30 Nisan 2010 Cuma

Geri Dönüş...

Sevgili okurlarımız uzun zaman sonra blogumuza geri döndük hem de yazar kadromuzu çok değerli bir arkadaşımızla güçlendirdik. Yazılar tekrar başlasın...

29 Nisan 2010 Perşembe

Çizgide Yakaladım!


Merhabalar diyerek, çok sevgili iki arkadaşımın izniyle yer almaktan mutluluk duyduğum bu blogda ilk yazıma başlıyorum. Bundan sonra ben de onlar gibi topu oyunda tutmaya çalışacak ve elimden geldiğince, yaşadığımız şu günlerde akseden futbol olaylarını kendi bilgim dahilinde yorumlayacağım.



Bu yazının genelini kapsayacak futbol hadisesi ise tabii ki dün geceki (28 Nisan 2010), Barcelona - İnter yarı final rövanş maçı. Açıkçası dün İnter'in turu geçeceğini düşünenlerdendim, çünkü bu sezon İnter'in izlemeye fırsat bulduğum tüm maçlarında avantajı elde ettikten sonra kalesine kilit vurduğuna şahit olmuştum.

Dün Jose Mourinho beni hiç şaşırtmayarak (Aslında 4-4-2 gibi bir düzenle çıkmasını dahi beklemiyordum), Barcelona'nın ve özellikle bu sezon istatistik biliminin sınırlarını zorlayan Lionel Messi'nin gücünü son raddede kullanacağı bir mekan olan Camp Nou'da başına pek de bela almak istemez bir havada takımını saha sürmüştü.

Barcelona ise alışık olduğumuz düzeni değiştirmemiş, Ibrahimovic'ten eski takımına karşı 'gerekeni yapması' beklenmişti, fakat ne Messi ne de o İnter'in 'bodyguard' dediğim savunmacılarını aşmakta yeterli olabildi. Samuel, Lucio, Maicon, J. Zanetti ve Cambiasso gibi üst düzey maçları hem kendi milli takımlarında hem de üst düzey kulüplerde, pek çok yıldıza karşı yaşamış oyuncu profili Barcelona'nın 'gençlik ateşi'ni söndüremese de yangına set çeken etmendi bence.

Motta atılana kadar, İnter'i ara sıra gardından ileri seri yumruklar çıkarmak isteyen bir boksör gibi gördük; ama ne zaman ki hakem Bleeckere, Motta'ya soyunma odasına erkenden gitmesini buyurdu, o zaman Barcelona defansı Diego Milito ve Samuel Eto'o için 'Sen gelmez oldun' türküsünü söylemeye başladı.

Oyun Winzip'ten geçmiş bir dosya gibi, İnter ceza alanının 25 metrelik komşuluğunda oynanmaya başladığında bile İnter'in gardı düşecek gibi değildi, ta ki 5. stoper olarak Ivan Cordoba oyuna girdiğinde savunma bir afalladı ve ileri çıkan Pique son derece zekice bir hamle ile Camp Nou'yu ayağa dikti.

Gelen golün geç oluşu, İnter'in yaptığı işe devam etmesini sağlarken Barcelona takımı çemberi daraltmaya güdümlendi. Ancak Jose Mourinho'nun takımlarına yaptırdığı belki de en iyi iş olan o savunma cephesinin düşmesi mümkün olmadı. Sonuçta seri ve atak takım oyunu oynamak isteyen bir takım; futbol oynamak değil, oynayanın tekerine çomak sokmak isteyen bir başka takım tarafından kupa dışına itilmiş oldu.

Maçtan sonra Jose Mourinho'nun "Futbolcularım sahada kanlarını bıraktılar, bugün sahada olamamak benim için en büyük kayıp; belki berbat oynayacaktım, ama futbolcularım gibi kan dökerdim." açıklamaları ve yaptığı şovun özeti aslında yine kendi kelimeleriyle yapılabilir: "Daha önce de şampiyonlar ligini kazandım, ama bu bambaşka bir durum; çünkü buraya gelebilmek için Barcelona ile 4, Chelsea ile 2 kez mücadele etmemiz gerekti."

Dün gece alınan zaferin 'total futbol'a büyük bir zarar getireceğini zannetmiyorum, Barcelona Daniel Alves'in söylediği gibi davranıp 'yas tutmakla zaman kaybetmeyecek' ve izleyenlere keyif veren bir futbol oynamaya devam edecektir. Barcelona son zamanlarda en fazla şaşkınlık ve hayranlık uyandıran takımlardan biri oldu, bu mağlubiyet tahtını sallasa da henüz kaybetmesi pek mümkün gözükmüyor.

Final konusunda daha detaylı bir yazı hazırlamayı düşünsem de şunu söyleyeyim, bence müthiş bir bilek güreşi bizi bekliyor olacak. Louis van Gaal ve Jose Mourinho, usta ile çırağın kapışmasını seyrettirecekler. İnter galibiyete yakın gözükse de Bayern'in Schweinsteiger, Hamit Altıntop, Van Bommel ile başlayan ve Van Buyten - Demichelis ikilisiyle süpüren savunma hattını aşmak çok da kolay olmayacak.

Yazımı burada sonlandırıyorum ve hepinize sağlıcakla kalın diyorum.

Hortlayan Catenaccio ve Total Futbol'un Ateşle İmtihanı

Bir seferinde "Jose ile Matilda (çocukları) artık bana "Sen sinemaya gelmesen olmaz mı?" diye soruyorlar" demişti. Sanki bir popstarmış gibi, medya ikonuymuş gibi davrananlar çoğunlukta Mou'ya.

Zaman zaman özel hayatında zorlandığı doğrudur. Çok ünlü ve başarılı olan insanlar, rahat bir hayat yaşamazlar, malum. Her gittiğiniz yerde fotoğraf çektirmek isteyenlerle, imza isteyenlerle baş etmek zorunda kalırsınız. Başıma geldiğinden değil tabii ki, bu insanları az çok takip ettiğimden biliyorum bunları. Başarıyla ilgi doğru orantıda artıyor tabii. Aynı zamanda sabrın da o şekilde doğru orantıda gitmesi gerek. Sabır? Evet, dünkü Barça-İnter maçının anateması.

28 Nisan 2010, 21:30 suları. Herkes gibi ben de cipsimi biramı aldım, hazırlıkları tamamladım, televizyonun karşısına, "futbol" seyretmek için geçtim. Tabii ki ortada Barça olduğu için güzel futbol olacaktı. Lakin öyle olmadı.

İlk maçta 3-1'lik skoru alan İnter, çok uzun süredir, hatta yalan söylemeyeyim, yaşım tutmuyor, hiç görmediğim bir savunma anlayışıyla oynadı maç boyunca. Hele takım 28. dakikada ilginç bir kırmızı kart sonrası 10 kişi kalınca, alan savunması oldu size hentboldaki adam adama.

Maçı mahveden olay biraz da bu arkadaştan kaynaklanıyor aslında. Daha ben ilk sarı kartın niye olduğunu hatırlayamadan de Bleeckere Motta'ya ikinci sarıyı çıkardı. Motta'nın ne kadar sinirlendiğini, Busquets'i öldürme çabalarının sonuçsuz kalmasını falan geçtim de, böyle bir emek hırsızı yüzünden adam Şampiyonlar Ligi finalinde oynayamayacak, o asıl beni üzen.

Neyse, maça dönecek olursak, bu kırmızı kartla birlikte, zaten kabuğuna çekilmiş olan İnter, böylece iyice kaleye yapışmış oldu.

Messi'nin 1-2 denemesi (ki Messi İlker Yasin'e göre durdurulması kolay bir adammış, bunu öğrendik!???), Krkic'in hala nasıl becerdiğini anlayamadığım çok yakın mesafeden kaçırdığı kafa vuruşu falan dışında çok pozisyonu olmadı Barça'nın.

Pep golü bulmak için önce Samuel ve Lucio dolayısıyla hiçbir kafa topunu alamayan İbra'yı çıkardı, oyunu kanatlara yaydı Jeffren ve Pedro gibi iki hızlı adamı sağa ve sola atarak. Sonra yetmedi Pique çıktı ileriye... Ve gol geldi.

Gol çok geç geldi tabii. Ama ne goldü be! İvan Cordoba, Julio Cesar, kameraman, ben, babam ve yanımızdaki seyirciler komple bakkala gittik. Pique'ye saygılarımla...

Tabii İnter'in savunmasının güzel yanları da var. Örneğin ben Samuel Eto'o'nun bu kadar iyi bir takım oyuncusu, savunmayı bu kadar iyi becerebilecek bir oyuncu olduğunu bilmezdim.

Yüzyılın en acaip savunma anlayışını uygulatan Mou'ya laf edenler, Nou Camp'a 3-1'lik avantajla giden ve orda çok iyi savunma yaparak turu geçenin tuttuğu takım olduğunu, ya da maçı Milano'da heyecanla izleyen bir İnter taraftarı olduklarını düşünsünler. Tamam belki Catenaccio dünyanın en sinir bozucu taktiği, izlemesi en kötü şey futbolla ilgili belki ama, sonuç, Total Futbol'un error vermesi oldu.

Bu arkadaşların yanı sıra, Bernabeu'nun gerçek sahipleri de en az İnter'liler kadar sevindi. Barça eline geçebilecek en büyük "Madridista'ları küçük düşürme fırsatı"nı kaçırmış oldu.

Mourinho'nun maç sonrası yaptığı maymunluklar saymazsak, İnter için sevindim ben. Ama ona da hak vermek lazım, yazının başında söylediğim üne, ilgiye ulaşmak için bu tip şeyler yapmalı Mou...

Yılmaz Özdil yazısı gibi oldu, ufak ufak paragraflar şeyettim kusuruma bakmayın.

Mourinho: Uyuz ama gerçek!

27 Nisan 2010 Salı

Suarez Kasidesi

Biraz methiye düzmenin zamanıdır kanımca. Resme bakarak sebebini anlayabilirsiniz rahatlıkla. Kaldı ki, benim methetmeme gerek kalmadan, "Abi adam ne oynuyo bee!" nidasıyla yazının geri kalanına bakmayabilirsiniz de.

Eğer bu paragrafı okumaya başladıysanız, kasidemizin nesip bölümündesiniz demektir. İlgililer bilirler, nesip bölümü, bir kasidenin hem girişi, hem de en betimleme yüklü bölümüdür. Betimlemem, tabii ki "çölde bir vaha gibi" şeklinde olmayacak, zira iyi bir betimlemede benzetme edatı olmaz.
Luis Suarez, Eredivisie'nin bu sezonki "Bug" ihtiyacını karşılayan adamdır gözümde. Dolayısıyla kendisini bir oyun hatasına benzetmekte bir yanlış görmüyorum. Bu sezonki diyorum, zira bildiğiniz gibi Eredivisie her daim bir oyun hatası çıkardı bugüne kadar. Yeri geldi Romario oldu bu, yeri geldi Ronaldo, yeri geldi İbrahimoviç, yeri geldi Huntelaar ya da Afonso Alves... Bu sezon da, Luis Suarez.
Eh, madem nesibi, teşbibi atlattık, adamın özelliklerini bir sayalım;
  • Şut? Kesinlikle bir hücumcu için yeterli.
  • Takım oyunu? Hayvansal gol istatistiklerine karşın aynı düzeyde asist istatistiği de olduğuna göre, takım oyunu da iyi.
  • Kafa Topu? Boyu olmasa da, pozisyon bilgisiyle kotarıyor işi.
  • Pozisyon Bilgisi? Oldukça iyi.
  • Forvet Şansı? Filippo İnzaghi kadar olmasa da, oldukça yeterli bir önsezisi ve yeteneği var. (İnzaghi, 1973'ten beri...forvetlik bizim işimiz)
Olaya bu şekilde baktığımız zaman, Luis Suarez'in yalnızca tek özelliğe sahip, şanslı ya da "beleşçi" goller atmadığını görüyoruz. Kaldı ki, bir adam tüm sezon boyunca çıktığı 51 maçta 46 gol atıp 24 de asist yapıyorsa, onun eksiğini aramak, bulmak ve aşağılamak Ahmet Çakar veya Sergen Yalçın'ın dahi yapabileceği bir iş değildir.
Ligde 32 maçta 33 gol, gerçekten korkutucu. Lakin soru şudur; "Ne kadar daha atabilecek? (zaman, ilerleyen sezonlar), bu performansı nerelerde sürdürebilir? (lig, turnuva vs..)"
Madem bir methiye tarzı kaside yazıyoruz, o halde kötü yönleri ya da şüpheleri ortaya dökmenin lüzumu yok. Ama insanın aklına ister istemez onun durumuna gelen, onun kadar inanılmaz istatistiklere ulaşan Afonso Alves veya Klaas-Jan Huntelaar gelmiyor değil. Suarez'in Kariyer planını doğru çizmesinin ne kadar önemli olduğu ortada. (gerçi ben hala daha Klaas-Jan Huntelaar gibi müthiş bir isim soyad kombinasyonuna sahip olup da başarısız olunabileceğini düşünmüyorum)
E dedim ya, şüpheye gerek yok, en azında bu yazıda. Övmeye devam edecek olursak, birçoğunuz ben de futbol oynayabilen biriyim. Şutlarım fena değildir, paslar atarım aralara, oyun görüşüm iyidir vs... Gelin görün ki, en iyimiz dahil hiç kimse, Suarez'in bu sezon ulaştığı istatistiğe mahalle maçlarında ya da halı sahalarda ulaşmış değil. Dileriz böyle devam eder.
E madem kasidemizdeki fahriye (şairin kendini övmesi) bölümünü de ortadan kaldırdık, o halde duaya, yani son bölüme geçelim.
Az önce de dediğim, dilerim Suarez doğru düzgün bir yol çizmiştir kendisine kafasında. Yıllarca Avrupa'yı domine edebilecek bir adam potansiyeli var çünkü. Avrupa gol kralı olabilmesi için de Hollanda'dan kurtulması lazım zaten...
Mensur kaside yapmak için uğraştığım ve zaman zaman tuhaflaşan yazımı okuduğunuz için teşekkürler...

25 Nisan 2010 Pazar

"Elin İngilizi Acımıyor, Bulduğunu Atıyor..."(Sinan Engin)

Resimde havaya attığı kupayı kazandırması hedefiyle getirildi Carlo Ancelotti Chelsea'nin başına. Chelsea her kuşu sevdi, geriye yalnızca Şampiyonlar Ligi kaldı.

Lakin yazmaktaki amacım farklı bu yazıyı. İngiltere Premier Ligi'nde 36 maçta 93 gol atan bir takımdan bahsediyoruz burada. Sezon içindeki maçların 3'ünde 7 gol (ki birisi Aston Villa'ya karşıdır), 2'sinde de 5 gol atan, Premier Lig'de Eredivisie tadı yakalamış bir takım şu anda Chelsea.
Ancelotti'nin tek şanssızlığı, olaylı olarak ayrıldığı eski takımına karşı ayrı bir hırsla İnter'i hazırlayan Mou'nun çok çok erken şekilde karşısına çıkmasıydı Şampiyonlar Ligi'nde. Ha tabi bir de Ajax'ın gol performansının onları geride bırakması tabii...

Özledim!

En son ne zaman "diee beeesteen!" tüyleri diken diken ederken, Sami Yen çimlerine takımlar pankart ellerinde çıktılar? Hatırlayan var mı?
Ben grup kuraları çekilirken televizyon karşısında nefes almayı unutmayı, içinde kağıt olan masa tenisi topumsu şeyde yazan takımı deli gibi merak etmeyi, Şampiyonlar Ligi maçlarını, daha grup kuraları çekildiğinde kafamda oynayarak Galatasaray'ı 2. olacak şekilde gruptan çıkarmayı, İçerde Bilbao ile oynayacağımız maç için okuldan gelip yatıp uyuyup, babam tarafından kaldırılmayı, Türkiye Ligi maçlarına hazırlık maçı gibi bakarak, salı ya da çarşamba oynanacak maçı bütün hafta beklemeyi ÖZLEDİM!
Hala umut var, evet. Belki çok ütopik, belki çok akıl dışı ama, Şampiyonlar Ligi umudu hala var... En azından bende... Peki ya siz? Siz özlemediniz mi?