29 Haziran 2010 Salı

Brezilya - Şili



BREZİLYA

Muhteşem geri dörtlü yine eksiksiz olarak sahadaydı. Şili'nin Sanchez, Suazo, Gonzales ve Beausejour ile etkili olmaya çalışan hücum dörtlüsüne geçit vermeyerek bu turnuvada neden favoriler arasında en güçlü savunmaya sahip olduğunu yine ispatlamış oldu bence. Robinho'nun bencilliğiyle harcanan birkaç pozisyon yüzünden daha da artabilecek olan skor 3-0'da kaldı ve dakikalar 74'ü gösterirken bile Brezilya tempoyu öyle bir düşürdü ki kronometreye bakmayanlar rahat çıkarılmış bir maçın son dakikalarını seyrettiklerini düşünebilirdi. Dunga'nın sarı kart sınırında olan oyuncuları çıkartması ise akıllıca bir hamleydi. Hollanda ile zevkli bir maç çıkaracağını düşündüğüm Brezilya belki de en rahat galibiyetlerinden birini almış oldu.

ŞİLİ

Turnuvaya renk kattıkları bir gerçek ama bu kadar da risk alınır mı be arkadaş? Ömer Üründül'ün de söylediği gibi "Savunmada bile çok hareketli", Şili. Robinho ve Kaka gibi adamlar üzerine üzerine gelirken doğrudan hamlelerle topu bir an önce çalmaya çalışırsan tabii ki ortalık PES 2010'a döner. Lucio ve Ramires'in ortadan delişleri, Fabiano'nun attığı gol buna örnek; takımın boy ortalaması da düşük sayılır, Juan'ın kafa vuruşu çok düzgündü çünkü rahatsız edilmeden yaptığı bir vuruş oldu. Oynadığı futbolla turnuvanın Catenaccio'cularına nazire yaptı belki; ama yeterli değildi, daha maçın başında tek uzun topta Brezilya'nın santraforu senin ceza alanına dalıyorsa bu işte bir sorun var demektir.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Al Kırdın Kırdın!



Heinze dünkü Arjantin-Meksika maçında kafasına fazlaca darbe aldı. E haliyle sonuncusunda sabrı taştı...

22 Haziran 2010 Salı

Transfer Sezonu-İngiltere

Dünya kupasını bir kenara bırakırsak, yeni sezon için transferler de şekillenmekte yavaş yavaş. Tabii şu ana kadarki en acayip transfer, Villa'nın Valencia'dan Barça'ya geçişi oldu. Ancak siz de bilirsiniz ki, Premier League asla altta kalmaz...

MANCHESTER UNİTED



Genç Meksika'lı Javier Hernandez'i 10 milyon euro'ya kadrosuna katan ManU, Fulham'dan da genç savunmacı Chris Smalling'i kadrosuna kattı, 8 milyona. Bu da demektir ki, artık yeni bir Rio Ferdinand çıkarmaması için hiçbir sebep kalmadı Fergie'nin. Hem bu transferle birlikte O'Shea'e de muhtaç olmayacak...

ARSENAL



Diğer yandan, Londra'da ise Gunners William Gallas ile kontrat yenilemeyecek. Arsene Wenger'in Chelsea'de sorun yaratınca, "gel hayatım ben sana 10 numara da vereyim, kaptan da yapayım, koş" dediği Gallas sorun çıkarmaya devam edince Arsene Wenger'in de sabrı bir yere kadar tabii. İnter ile anlaşma aşamasındaymış William. İnter'in de defansa çok ihtiyacı var ya...

Ha bu arada, Monsieur Wenger 28 yaşındayken İspanya'nın en ücra köşesinden tutup, getirip adam ettiği Almunia'dan da vazgeçmiş. Eee, Arsenal'de on emrin ilki bu; "Yaşlanmayacaksın". Da işte kale Fabianski'ye kalır, beni o düşündürüyor.

Marouane Chamakh'a hiç girmek istemiyorum. Umarım Arsene Wenger'in Chamakh'ı obsesif şekilde transfer etme isteği acayip sonuçlar doğurmaz.

LİVERPOOL



Liverpool ise Jovanoviç sonrasında bir de genç yıldız kattı kadrosuna. Charlton'ın 18 yaşındaki genç oyuncusu Jonjo Shelvey, Martin Skrtel'in önünde oynayabilecek ve sırıtmayacak kadar yetenekli ve kel. İleride İngilizler ona muhtaç olabilir milli takımda.

CHELSEA



Chelsea'de ise bir devir kapandı desem iğrenç bir klişe yapmış olurum ama iyi de olur hani. Joe Cole, Chelsea denince akla gelen ilk adamlardanken, şu anda hoşafa dönmüş milli takımda "ya keşke Joe olsaydı be" dedirtirken Publarda, Chelsea onunla sözleşme yenilemedi. Yine Michael Ballack da sözleşmesi yenilenmeyenlerden. Hiç değilse Terry'nin yanından ayrılacaklar, sevgilisi bacısı var bu adamların da, onlar rahat eder, di mi Wayne?



Bu arada, diğer bir not Chelsea hakkında; Cech sonrası kale yine sağlama alındı. Matej Delac, ki kesinlikle geleceğin en önemli kalecilerinden, 3 milyon euro ile transfer edilerek ilk oyuncu oldu Chelsea'nin bu sezon kadrosuna kattığı.

FULHAM



Şimdi de Londra'nın köy evine konuk olalım. Uefa Avrupa Ligi finalisti Fulham, Craven Cottage'ın bakım çalışmaları için odun topluyor. Son olarak da Arsene Wenger'in bile yontamadığı Philippe Senderos ile anlaştılar. Fulham taraftarına sabır ihsan eyle yarabbi.

MANCHESTER CİTY



Galiba bu sezon "bas bas paraları" düşüncesiyle transfer yapmayacak "habibi". Hem bakın, forvet almayı da bıraktılar azalta azalta. Jerome Boateng bence yerinde bir transferdir, Mancini'nin mantıklı işler yaptığını göstermektedir.

DİĞER TRANSFERLER

West Ham United, geçen senenin acısı çıkarmaya uğraşacak gibi, Thomas Hitzlsperger'i transfer ettiler.

Birmingham hem en geriyi, hem en ileriyi aynı fiyatla güçlendirmiş. Ben Foster ve Nikola Zigic, 7 Milyon Euro'ya Birmingham'da.

Wolverhampton daha şimdiden 17 Milyon'u geçti. Stehpen Hunt, Steven Mouyokolo, Steven Fletcher ve Jelle Van Damme'ı kadrolarına kattılar.

Tuncay ile görüştüğü söylenen Sunderland ise Marcos Angeleri'yi, hemi de 2.5 milyon euroya kadrosuna katmış. Cidden iyi transfer.

Son olarak ise Harry Redknapp'in Tottenham'ına dönelim. Şampiyonlar Ligi için Sandro ile ortasahalarını güçlendirdiler. Eğer işler iyi giderse, bu senenin ilk 4 adaylarından yine Spurs.

ÇÖMEZLER

Herkese baktık, Premier League'in yeni takımlarına bakmadan bitirmeyelim öyle değil mi?

Newcastle United'ın çok acele etmediği kesin. Onlar eski şanlarına, şöhretlerine geri dönmek için kadro oluşturacaklar şüphesiz. Tek kayda değer kadro değişikliği, Nicky Butt'ın emekliliği şimdilik. Teşekkürler Nicky!

West Bromwich ise 3 transfer yaptı şimdiden; Steven Reid, Pablo İbanyez ve o da ne, Gabriel Tamas! Evet, Gabriel Tamas'a bir şans daha tanıdı Brom. Umarım bu kez de saç baş yoldurmaz.

Geçtiğimiz senenin Leeds ile birlikte en çok dikkat çeken takımı Blackpool ise henüz kimseyi kadrosuna katmadı. Sessiz ve derinden mi gidiyorlar, yoksa kimseyi bulamadılar mı, zaman gösterecek.

Premier League'de transfer sezonu heyecanı yeni başladı, Dünya Kupası gölgesinde uyukluyor şimdilik, daha da hareketlenecek, burada da güncellenecektir...

Portekiz "7" bitirdi


Maç o kadar netti ki, hani detaylı analiz, şeytanı ayrıntıda aramaya gerçekten gerek yok. O kadar ki, klişe başlık attım.

Kuzey Kore, Brezilya maçındaki oyunuyla bize umut verse de, o umudu yoketmeyi bildiler. Gerçi Portekiz'e şaka yapmak üzerelerdi, etkili pozisyonlara girdiler, ama konsantrasyonu 90 dakikaya yaymak gerek. 2. golden sonra dağıldılar. Kuzey Kore için sevinilecek tek mevzu, ilk kez bir maçı canlı izlemiş olmaları.

Portekiz, Kuzey Kore'nin defansını ara toplar ve ortalarla darma duman etti. Fildişi'ne karşı etkisiz kalan Portekiz , onbirinde oynamalar yaparak, Brezilya'ya zor anlar yaşatan K.Kore'yi resmen sahaya gömdü. Gerçi Kore ile denk sayılmazlar ama olsun.

Maç hakkında söylenecek çok şey yok, güçlü olan yendi, yoluna devam etti. Deco yerine Simao'nun oynamasının yarattığı farkı da konuşabiliriz, ama bence gerek yok. Maçın kendisinden ziyade etkilerini konuşmak istiyorum. Bu maç ile birlikte, Fildişi, matematiksel olarak şansı devam etse de, elendi. Fildişi'nin Kore'ye yedi gol atması ve Brezilya'nın Portekiz'i en az 2-0 yenmesi dahilinde Drogba ve arkadaşları bir üst tura çıksa da, pek te mümkün değil. Brezilya gününde olsa 4-0 da yener, o birşey değil de, Fildişi'nin o kadar gol atabileceğinden çok şüpheliyim. Ve şark kurnazlığı diye Kaka'yı oyundan attırıp, Portekiz maçında oynamamasını sağladılar. İyi iş, Portekiz bile daha fazlasını isteyemezdi.

Özet geç derseniz, Portekiz bir üst tura çıktı ve rakibini (Şili yada İspanya olacak) bekliyor. Fildişi Sahilleri'nin ise neden onca iyi oyuncuya rağmen bir halt yapamadıklarını sorgulaması gerekiyor. Kuzey Kore ise eve gidince yiyeceği şaplağı düşünsün.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Brezilya-Fildişi Sahilleri



Sven-Göran Eriksson'un yönettiği takımları beğenmek ne mümkün? Nedendir bilinmez, bende hep fransızlara Domenech'in yaptığı etkiyi yapar Eriksson abi.

Meksika'ya sardığında, o cânım takımın içine edeceğinden korkmuştum... Çok zaman geçmeden gördük ki, Meksika'ya oynattığı futbol, korkuncun da ötesinde, iç acıtıcıydı. Ne zaman o gitti, açıldı adamlar.

Fildişi önceleri yalnızca dünya kupası için Guus Hiddink'e teklif götürmüştü hatırlayacağınız gibi. Şimdi düşünüyorum, Hiddink gelse yarı final oynayabilecek kadro, Eriksson ile sürünüyor.

Tamam, belki bazı pozisyonlarda ciddi sıkıntılar var; kaleci Barry mesela, çok üst düzey değil. Ama sana sezon içinde "çılgın atarak" gelen adamlar var, onları kullansan ya?

Ne Keita, ne de Gervinho yedekte oturtulacak adamlar değiller. Kaldı ki, Yaya Toure, Romaric ve Zokora üçlüsüyle desteklenmiş bir Kalou(Keita)-Gervinho-Drogba hattı, ziyadesiyle ölümcül olabilir.

Sven amcaya karşı benim antipatim olduğunu fazla kustum, Brezilya'ya döneyim. İlk maçta efsanevi direniş gösteren Kuzey Kore'lilerin kilidini açan Maicon, Ömer Üründül'ün bile desteğini aldı vallahi. 1 sene önce Konfederasyonlar Kupası'nda "yau niye Alves'i değil de Maicon'u oynatıyor, hayret bi' şey midir nedir?" derken, şimdilerde en büyük hayranı oldu adamın.

Yalnız, hazır Türk yorumculardan gitmişken şunu söylemem lazım, Robinho'da "sıkıntı var". Takım oyununu en olmadık zamanda yaptığı saçma hareketlerle baltalaması, sürekli topla oynama isteği vs... Dunga'nın yaratmaya çalıştığı "dengeli, avrupai Brezilya" olgusunu köreltebilir. Madem Ronaldinho arıza çıkarır diye takıma alınmadı, e Robinho'yu da almasaydın ya?



İlk gol bayağı güzel oldu. Donovan'a nazire yapan Fabiano, 2. golde uzun süredir görmediğimiz o "tanrının eli" olayını gösterdi bizlere. Ve sonra da Elano 3'ü buldurdu Brezilya'ya. Bu maç sanırım şunu ortaya çıkardı; Brezilya, açık oynayan, hücum düşünen takımlara karşı çok daha rahat. Ne de olsa 9 kişi ile karşılamadı Fildişi onları.

Yalnız o Tiote denen arkadaşa bir çift kelamım olacak; ne pismişsin sen arkadaş!?

3-0'dan sonra oyuna giren Gervinho ve Keita hareket getirse de, çok fazla aksiyon olmadı oyunun geri kalanında. Yalnız Fildişi'nin golünde Drogba'nın ofsayttan kaçışı ve Toure'nin pası enfesti.



Benim aklıma takılan bir şey daha var, bre Keita, hadi burada ne yapsan gider, Galatasaray taraftarı arkandadır, ama Dünya Kupası'nda, herkesin gözü önünde, üstelik, bir sonraki maçta rakibinizin elenmesi için Brezilya'nın ihtiyacı olan adamı ne demeye attırırsın oyundan? İyice mimlendi Keita, iyi mi?

Brezilya garantiledi, şimdi Fildişi'nin tek beklediği, kafalarının daha rahat olması için Kuzey Kore'nin basiretsiz Carlos Queiroz'a ilk maçta yaptığı gibi direnmesi. Beklendiği gibi iyi bir grup olmakta...

20 Haziran 2010 Pazar

Slovakya - Paraguay


Dünya Kupası'nın sıkıcı maçlarına bir yenisi daha eklendi ve Paraguay dakikalarca üstün oynadığı oyunda fazla pozisyona girmeden üç puanı kaptı.

SLOVAKYA

Genç bir ekip ve tecrübesizlik sorunuyla karşı karşıyalar. Bunun yanında Slav ırkına has fiziksel üstünlüğü sahaya yansıtma konusunda da başarısızdılar. Paraguaylı savunma oyuncuları ağırlıklarını koyarak Slovak hücum hattına sessiz sedasız bir maç yaşattılar ve bu sayede başları pek ağrımadan İtalya maçında da olduğu gibi istediklerini aldılar.

Takıma bakıyoruz: Kaptan Hamsik 22, bek Skrtel 25, santraforlar Vittek ve Sestak 28, sol kanat Weiss 20 yaşındalar, saydıklarımın ilk dördü Slovakya için çok önemli isimler ve yaşları genç sayılır; bu nedenle Slovakya kadrosunda kabiliyetli oyuncular barındırmasına rağmen henüz futbolu Dünya Kupası düzeyinde oynayabilecek oyunculara sahip değil gibi duruyor. Bu maçta da doğru dürüst bir atak seyredemeyişimiz bundandır diye düşünüyorum.

PARAGUAY
Rakiplerinden bir gömlek üstün olan Güney Amerika temsilcisi, disiplinli ve mücadeleci bir futbol oynayarak Robert Vittek gibi ne yapacağı belli olmayan bir isme bile ilk etkili şutunu 80'li dakikaların sonunda çektirdiler. Formda bir Cardozo'ya hala ihtiyaçları olsa da Barrios, Santa Cruz, Valdez, Vera ve Riberios gibi hücumda etkili olabilen oyuncular sayesinde bu turnuvada iyi yerlere gelme potansiyeline sahip olduklarını bugün de gösteren (sambacılar? tangocular? hakacılar? neciler demek lazım bunlara?) Paraguaylılar, bugün İtalya'ya sürpriz yapan Yeni Zelanda'yı da kayıpsız geçeceklerdir.

19 Haziran 2010 Cumartesi

An English man in Cape Town

Şayet miyopsanız ve İngiltere - Cezayir maçını gözlüksüz izleseniz, büyük ihtimal İngiltere milli takımının yeşil formalarla sahaya çıktığını sanırdınız. Yani en azından savunma açısından. Ve Slovenya - Cezayir maçını izleyememiştim, dolayısıyla orada nasıl oynadıklarını bilmiyorum ama, dün her topa basan, sürekli koşan, marke ettiği adamı kaçırmayan, yani bir bakıma standart İngiliz ekolü uygulayan bir Cezayir izledim. Oyuncuların bencilliğinden ötürü çok pozisyona giremeseler de, savunma açısından mükemmellerdi. Zaten gruptan çıkıp, üst turları zorlamaları beklenmediğinden, bence yeterli performansı sergilediler. Cezayir'de Belhadj, sol bek sıkıntısı çeken takımların göz atması gereken bir futbolcu. Dün akşam çok etkiliydi ve Porthsmouth'un da ligden düşmesiyle birlikte, gelecek sezonda yeni bir takımda görmek hiç şaşırtıcı olmayacak.

Gelelim İngiltere'ye... Dünya Kupası'nın başlangıcından önce, insanlar İngiltere'yi favori olarak gösteriyor, sebeplerini binlerce analizle kanıtlamaya öalışıyordu. Yok A. Cole rüzgar gibi esecek, yok Rooney savunmayı darmaduman edecek, yok Lampard - Gerrard ikilisi kaleyi bombardımana tutacak falan. İngiltere'nin iki maçta sadece 1 gol atıp 2 puanı olması, bu sözlerin sahiplerini üzmüş olmalı. Ancak benim için ortada bir süpriz yok, İngiltere'yi favori olarak görmedim, çünkü İngiltere'de genel olarak bir takım olma sorunu var. Sinerji yok. Bir sürü kaliteli malzemenin kullanıldığı ama vasat olan yemekler gibi. Hadi ben İngiliz değilim, kupayı alıp almamaları en son sorunlarımdan biri, ama vatandaşlarına acısınlar. Bireysel olarak mükemmel olan futbolculardan insan başarı bekler. Neyse, dediğim gibi, onların sorunu.


Capello'nun başarılarını tartışacak değilim, adam 90'lı yıllardan beri takımlarını başarıdan başarıya koşturmuş. Ama bazı şeyleri gerçekten görmüyor mu? İngiltere kanatlarını kullanmıyor. Cole ile Johnson süs olarak mı kondu beklere? ABD maçında da, Cezayir maçında da Glen Johnson fark yaratan adamdı. Hele dünkü maçta neredeyse tüm tehlikeli pozisyonlar, Johnson'ın ortalarından geldi. Zaten kendisini Morinho da istiyormuş, Rafa Benitez'in ayrılışı ile birlikte, Glen Johnson'da ayrılabilir. Bu arada tüm tehlikeli ataklar dedim ama, Johnson'ın toplamda yaptığı orta sayısı bir elin parmakları kadar. FIFA'nın sitesinde Cole maçın adamı gözüküyor, ama ben kendisini maçta görmedim ki adamı yapayım. Rooney'e pas gelmiyor, Gerrard önünden geçen topa müdahale etmeyecek kadar isteksiz... İngiltere'nin kendisi bile inanmıyor turnuvayı alacağına.

Maça yönelik ilginç bir nokta ise, ilk maçlarda hatalı goller yiyen kalecilerin yerine yedek kalecilerin ilk onbirde maça başlamalarıydı. Tüm maç boyunca saçma goller yemelerini bekledim, çünkü yine saçma sapan hatalara imza attılar. Şanslarına gol yemediler ama, maça heyecan katan tek unsur onlardı. Gerçi Bolhi dün Lampard'ın ceza alanından çektiği şutunu uzanıp güzel kurtardı, ki maçın en net pozisyonuda buydu, ve be belki de maçı kurtardı.

Artık aklıma gelen şey, acaba Rooney oynadığı reklama gerçekten inanıyor mu? Zira gidişat İngiltere namına pek parlak değil...

18 Haziran 2010 Cuma

Veni, Vidi, Vidic




"Önce İspanya!" diyordu herkes... Ardından "oOo Brezil oOo"cuların Brezilya'sı ve belki de turnuva öncesinde en çok merak edilen takım olan Hollanda... Kimsenin Almanya'ya güvenip de lcd televizyon aldığını falan sanmıyorum.

Lakin kazın ayağı öyle değil, ilk maçlar sonunda bunu gördük. Avustralya'yı, ki şu ana kadarki en kötü performanstır bence dünya kupasında, feci şekilde katlettiler. Çok fazla pozisyona girdiler, çok attılar, çok kaçırdılar. Ha şunu da söylemek lazım, Cahill'e gösterilen o ağır kart olmasaydı belki de bu denli farklı ve rahat kazanamayacaktı Almanya. Biri haksız kırmızı kart mı dedi?

Evet, Klose de bugün garip bir şekilde oyunun dışında kaldı. Ha belki Almanya 11 kişi de oynasa yenemeyecekti bu Sırbistan'ı onu bilemeyiz ama, yine de tam burada Alberto Undiano Mallenco'ya bir çift kelam etmek isterim; "sok o kartını cebine be adam!"

Gana maçında Krasic'İn kaçırdığı pozisyon olmasa, belki de bugün sonrasında puanı 6 olacaktı Sırbistan'ın. Gol kaçtı, ardında saçmasalak bir elle oynama, ve penaltı. Sırbistan'ın antrenman başlarında ceza alanı içinde salakça elle oynayarak ısındığını düşünmeye başladım, zira Vidic adlı arkadaşımız da aynı haltı etti. Neyse ki bu sefer Podolski topu Stojkoviç'e nişanladı da, Vidic dayaktan kurtuldu.



Podolski'ye de ayrı bir parantez açmak lazım. (hay senin ayağına)

Neyse, devam edelim. maç öncesinde bana "Sırbistan gol atacak, gole etki edecek 3 adam söyle, bir de rollerini söyle" deseler, vallahi Krasiç ortalar, Zigic indirir, Jovanoviç de atar derdim muhtemelen. Hakikaten de öyle oldu.

1-0 sonrası pozisyonlar da yakaladı Sırbistan direğin gole izin vermediği. Lakin başka gol olmadı.

Puanını eşitledi Sırbistan şimdi. Son maçları da Avustralya ile. Gruptan çıkmak için oldukça önemli bir fırsat yakaladılar, bakalım değerlendirebilecekler mi?

Memleketimden Futbol Manzaraları (1)

E... Malum dünya kupası şu an futbol gündeminin en büyük işgalcisi, orada yaşanan, yaşanması gereken veya yaşanması muhtemel herşey üstünde bu turnuvaya katılabilmiş, katılamamış her ülkenin yorumcusu kendi futbol görüşü dahilinde konuşuyor, anlatıyor. Fakat son zamanlarda ülkemizin futbol gündeminde o kadar çok olay birikti ki bunları konuşmak da gerekiyor.



Mustafa Denizli'nin gidişinden sonra koltuğa Magath mı oturacak, Ramos mu, yoksa Lucescu'nun tazminatı Yıldırım Demirören'in cebinden mi çıkacak derken Getafe'de şahlanıp, Real Madrid'de şampiyonluk yaşayan Bernd Schuster göreve geldi. Alman hocanın göreve gelişi Beşiktaş için çok önemli, çünkü kendisi disiplini ön planda tutan bir teknik direktör, hücum futbolunu da biliyor ve üstüne üstlük beyanatlarına göre futbola aç bir şekilde geliyor. Hayırlı olsun diyor, başarılar diliyorum...



Geldi mi, geliyor mu, 2-2 mi? Derken Ricardo Quaresma, Beşiktaş'ın kadrosuna dahil edildi. Türkiye standartlarının üstünde bir transfer ve belki de önümüzdeki senelerde bile ismen gölgede bırakılamayacak bir olay; Beşiktaşlılar da şu an coşmuş durumda ve haber yorumlarında "Dünyanın en büyük 2. oyuncusu, Ronaldo 7 numarayı giymiş dikkat edin Q7'ye nispet yapıyor, Türkiye'ye gelmiş en kariyerli futbolcu, artık Fenerbahçe bitti Gera denen ne olduğu belli olmayan adamı bile alamıyor" gibi ekstremum noktalarını zorlayan ifadelere girişildi bile. Herkes Anelka, Hagi, Jardel, Ortega gibi bu lige büyük gelmiş yıldızları çoktan unuttu ve daha sahaya çıkmamış bir adamın heykeli bile dikilecek!

Ancak Inter'de 4 maça çıkmış olması, Mourinho gibi bir hocanın Şampiyonlar Ligi listesine layık görmeyişi, Beşiktaş'ta bir ihtimal Mustafa Denizli'nin direnişiyle gönderilmesine sebebiyet veren futbolculara maaş ödenmeme problemleri epey büyük bir soru işaretlerini ortaya koyuyor, umarım bu belirsizlikler Quaresma'nın 'Quaresma' gibi oynamasıyla ve futbolculara hak ettiklerinin teminiyle önlenir...



Steve McClaren, PSV, Feyenoord ve Ajax hakimiyetini mükemmele yakın futbol oynayarak kıran Louis Van Gaal'in AZ Alkmaar'ından sonra bir devrim daha yaptı ve Twente'yi tarihinde ilk defa şampiyon yaparak hem Eredivisie hem de kulüp tarihine geçti. Bu şampiyonlukta kilit rol oynayan Miroslaw Stoch ise "35'inde gelir ancak" dedirtecek bir futbol ortaya koymuş olmasına rağmen Fenerbahçe ile sözleşme imzaladı. Fenerbahçe'ye faydalı olacağını düşündüğüm Stoch'un, ülkemizde oynanan sert futbol yüzünden yıpranacağı endişesini taşıdığımı da belirteyim.



Şimdi ne olacak? Bu sorunun cevabı uzun vadede alınacak gibi duruyor. Daum'la devam kararı alan Aziz Yıldırım yönetimi, Süper Lig şampiyonluğu gibi bir 'pire' için yaktığı yorganın bedelini Daum'a ödettiremedi ve Daum bu sefer, muhtemelen bu ülkeye tekrar adım atmak için ortaya koyup kabul ettirdiği, şartlarından feragat etmedi.

Açıkçası iyi bir-iki golcüsü olsa ya da inat etmeyip Semih'i sahaya sürse kimse Fenerbahçe'yle alay edemeyecekti, Lille maçında da ligin son maçı Trabzonspor karşılaşmasında da bunu gördük; Türkiye Kupası finaline değinmeye gerek görmüyorum, çünkü Zico zamanında bile yeterli bir oyun sergilenmedi ve hakem yardımıyla elenildi.

Fenerbahçe'yi sanki düşmekten son anda kurtulmuş gibi, önümüzdeki sezon iddiasız görenler var; ama unutmayalım ki 10'ar puan fark atıldı böyle düşünenlere. Ha ben Daum'dan birşey olmayacağını hep söylerim, ama "artık Fenerbahçe bitti", "Beşiktaş'ı zorlayacak tek takım belki Galatasaray olur" gibi beyanatların hiçbirine katılmıyorum. Ben yine ne olacağını sahada görme taraftarıyım; ama açıkçası artık Fenerbahçe'yi bir beklenti içinde izlemem mümkün değil, öylesine bakacağız maçlara bu sezon. (İfadeler çelişti gibi oldu, ama beklentim olmadığı halde çizilen çaresizlik tablosunun da gerçekçi olmadığını düşünüyorum)

Not: Aykut filan da yanmadı, şu anki tabloda alan razı satan razı bence, olan taraftarın sinirlerine olacak yine...



Bu arada es geçmişim, şimdi fark ettim ve yazımı düzenleyerek ekliyorum. Yıllardır Galatasaray tarafından her sezon transfer edilen Federico Insua, Türkiye'ye Bursaspor kanalıyla giriş yapmış bulunuyor. Açıkçası şampiyon olmuş ve Avrupa'da mücadele edecek bir takımın izlemesi gereken tavra yakın bir çizgi görüyoruz Bursaspor'dan, nokta atışı transferler ile iyi kadronun daha iyi hale getirilmesine çalışılıyor. Dilerim ki yetenekli olduğu su götürmez olan Insua, Bursa'nın kaliteli yerlileriyle güzel bir oyun ortaya koyar.

Kötüyüm, kötüsün, kötü... Fransa - Meksika



FRANSA
Dün akşam Dünya Kupası'nda bir fiyaskoya şahit olduk bence; Fransa, Dünya Kupası'nda favori gösterilen diğer takımlarla karşılaştırıldığında kadro olarak aşağı kalır hiçbir yana sahip olmadığı halde nasıl bu kadar aciz oynayıp Meksika'ya yenildi anlamak mümkün değil.

Hücum hattına bakıyoruz: Malouda, Ribery, Anelka, Govou... Yani nasıl oluyor da kendi takımlarında üst düzey futboldan adeta bıkmış, heyecanlı, stresli, baskılı ortamlara girmedikçe artık 'sıkılan' bu değerleri milyonlarla ölçülen, bonservis bedelleri bizim Anadolu takımlarına bedel adamlar gol üretemiyor bunu herhalde ancak Raymond Domenech açıklar.

Savunma desek, Sagna, Evra, Gallas, Abidal; bir sağ açığa 'Evra var bizim takımda' deseniz, adam hücum etmeye korkar; sağ bekle yapışık ikiz olur, Gallas ile Abidal'in arasına sızmayı Forlan ve Suarez bile başaramadı açıkçası, Sagna desek zaten Premier Lig'de rüzgarı arkasına alarak gelen yüzlerce sol kanat oyuncusuna karşı mücadele vermiş tecrübeli bir adam.

Toulalan ve Diaby ikilisi de gençlik ile tecrübenin iyi bir karışımı aslında, Diaby'nin hava üstünlüğü ve ataklara katkıda bulunmasına yardımcı fizik gücü, Toulalan'ın yerinde müdahalelerle bezeli mücadeleci oyunu bir araya geldiği zaman daha iyi bir ön libero mevkii ancak Lampard-Gerrard, Xavi - Iniesta ikilileri tarafından oluşturulabilmelidir mantıken.

Fakat mantık işlemiyor, Valbuena'nın, Gourcuff'un da renk katacağı müthiş bir kadro heba oluyor ve birşey oynayamıyor. Umarım Laurent Blanc'ın gelişi bu takımı beklenen seviyeye ulaştırır, yoksa Fransa'nın iyi jenerasyonlarından biri harcanıyor.

MEKSİKA
Güney Afrika'yla nasıl berabere kaldığını anlamadığım Meksika, turnuvanın mücadeleci takımlarından biri olarak çizgisini sürdürdü. Fakat tecrübeli ve bitirici 'hücum oyuncusu' eksikliği yaşıyor. Dos Santos, Messi gibi 'dalış ve gidiş' örnekleri sergilese de şutları kalecilerin üstüne ya da dışarıya gidiyor. Franco pozisyonlardan faydalanamıyor, Vela ise tecrübesizlikten muzdaripken şimdi bir de sakatlık belasıyla uğraşacak. Blanco zaten yaşını almış, sahada da ağır bir oyuncu olarak göze çarpıyor.

Marquez'in önderlik ettiği savunma iyi; ama Oscar Sanchez 'Ömer gibi kalecilik' yapamıyor bence, Guillermo Ochoa'ya da niye güvenilmediğini anlamıyorum. Herhalde Aguirre'nin bir bildiği var. Sol kanatta önemli işler beklediğim Guardado ise neredeyse hiç oynatılmıyor.

Meksika - Uruguay maçı, Meksika hakkında kesin hüküm verebileceğimiz bir maç olacak; çünkü bence Meksika'yı bu grupta üç değişik rakip bekliyordu. Güney Afrika maçı bir iş kazasıydı ve Fransa engeli güzel aşıldı. Şimdi Uruguay'la zorlu bir mücadele onları bekliyor.

17 Haziran 2010 Perşembe

Arjantin-Güney Kore




Dün Uruguay'lı Forlan, bugün Gonzalo Higuain... Birinci maçlar sonrasında sanıyorum oyuncular da kendilerine geldiler, "N'apıyoruz biz hakikaten yahu?" dediler galiba kendi kendilerine.

Tabii ki ilk maçta puan kaybetmeme isteğinin verdiği o dürtüyle birlikte zevksiz oldu biraz maçlar, normaldir. Lakin her maç da aynı sıkıcılık derecesine ulaşınca, bayılanlar biz olmuştuk.

İkinci maçlar dün oynanan 3-0'lık Uruguay-Güney Afrika maçı ile başladı bildiğiniz gibi. Oldukça zevkli, bol pozisyonlu, penaltılı (yalandan), kırmızı kartlı (ayıp) bir maç oldu, bayağı da eğlendik. Bugünkü Arjantin-Güney Kore maçıyla devam etti eğlence.

Beklediğimden çok daha hücumcu bir Arjantin gördüğümü söylemeliyim. Zira ben Maradona'nın ilk maçlar sonrasında Güney Kore'den daha çok çekineceğini, daha "konturollu" futbol oynayacağını düşünmüştüm. Messi-Tevez-Higuain üçlüsü zaten yeterince ölümcülken, arkadan bir de Maxi ve Di Maria'nın destek vermesiyle daha da dehşetengiz bir hücumu oldu Maradona'nın takımının.

Güney Kore Yunanistan'a attığı ilk golün aynısını bu sefer yanlış kaleye attı, Arjantin öne geçti. 33. dakikada Higuain'in 2. golü geldiğinde, Ömer Üründül dahil birçok futbol otoritesi bu işin bittiğini söyledi... Hatta Messi ceza sahası dışından ilginç bir aşırtma deneyip başarısız olduğunda "öeh, iyice rehavete kapıldı bunlar" diye geçirdi herkes içinden. Lakin Demichelis "ilk yarı üst olur"a oynamıştı, Güney KOre'ye golü attırdı.

2-1 sonrasında Güney Kore çok fazla pozisyon yakaladı aslında. Karşı karşıya 2 pozisyon kaçırıp, 2-2'yi tepti. E sonra da "hat-trick hero" çıktı sahneye.

Gonzalo Higuain, 2010 Dünya Kupası'nın ilk "hat-trick hero"su oldu. Devamı gelir umarım... Yalnız şunu da söylemek lazım ki, Jonas Gutierrez ve o savunma ile, Arjantin'in kupayı alması bayağı bir zor.

16 Haziran 2010 Çarşamba

Honduras-Şili



Azıcık hüsn-i tâlil yapayım; dün yazıları yazdık, tepkimizi ortaya koyduk diye, bugün çok daha zevkli bir futbol günü oldu, gördünüz mü?

Şaka bir yana, şu ana kadar oynanan ilk maçların belki de en güzeli, en bol mücadelelisi, en bol pozisyonlusu oynandı. Belki kafamız ilk kez bu kadar televizyona dönük kaldı bir maç içinde.

Her şey bir yana, aslında en çok istediğimiz şey olan "sempatik futbol" ve "sempatik küçük takım" olgusunu gördük nihayet.

Şili ile başlayalım o halde. Aslında buraya takım fotoğrafı koymak lazım da, takımın yüzde sekseni bu arkadaş olduğu için, onu koymayı tercih ettim. Alexis Sanchez bu maçta tam anlamıyla döktürdü. Mesut Özil sonrası en önemli "yeni süperyıldız" adayı böylece ortaya çıkmış oldu. Hız, teknik, oyun zekası ve oyun görüşü gibi birçok olay var bu adamda. Şutlar iyi, paslar nefis, çalımlar beklenmedik... E daha ne olsun değil mi ama?

Şili, gerek Toulon gençlik festivalinde gerek alt yaş gruplarındaki dünya şampiyonalarında gümbür gümbür gelen bir takıma sahip olur her zaman. Şu anda A Milli takımın yaşlarına da bakarsak, yaşların çok yakın olduğunu ve birbirini çok uzun zamandır tanıyan adamların oynadığını görüyoruz. Bu alt yaş grubunu A takıma harika entegre etmiş Marcelo Bielsa. Ki alt yaş gruplarıyla da yine kendisinin çok yakından ilgilendiğini biliyoruz.

Aslında beklenenden çok daha az gol oldu bu maçta. Çok fazla net pozisyon, sürekli oyunda olan ve sağdan sola, bir kaleden diğerine akan bir top, çoğu zaman da güzel hareketler izledik.



Gol müthiş paslaşmaların ardından Jean Beausejour'dan geldi. Aslında çok daha önce de gelebilirdi gol, aynı zamanda da çok daha fazlası da gelebilirdi. Ama biraz heyecan, biraz beceriksizlik, 1-0 kaldı durum. Tabii golün yarısını o müthiş arapasını atan Fernandes'e yazmak lazım.



Diğer yandan, Honduras'ın da hakkını yememek lazım. Diğer hücum hattı zayıf ülkelerden farklı olarak, oyunu soğutmaya, oyunun zevkini kaçırmaya çalışmadılar hiç. Savunma iyi, mücadele iyi ama, maalesef hücum hattı Ömer Üründül'ün de dediği gibi "pek şey değil".

Şili bu kupaya şüphesiz büyük zevk verecek, heyecan getirecek. İspanya-Şili maçında savunmasını da daha net izleme şansımız olacak Şili'nin. Bakalım hakikaten o kadar da iyi bir takım mı...

Bu arada kafama takılan bir şey var. Maçın adamının Sanchez değil de Beausejour olarak belirlenmesi garip geldi bana... Hadi neyse.

Futbol İstiyoruz Artık!



2010 Dünya Kupası'nı heyecanla bekledik, önümüze çıkan her dökümanı ve tahmini okuduk, tüm takımların hangi taktik ve kadro ile sahada olabileceği üstüne gerçeğe yakın tahminler yapabilecek kadar bilgi sahibi olduk; ama sahada futbol göremiyoruz! Futbola bu kadar açız, ama anlaşılan sahadakiler pek aç değilmiş...

Fildişi Sahili - Portekiz maçı futbolseverleri iyi uyuturken, Brezilya - Kuzey Kore'nin de pek farklı olduğunu söyleyemeyeceğim, şimdi bu maça biraz değineyim.



BREZİLYA
Dunga'nın takımı maça iyi motive olmamıştı, resmen "Kuzey Kore mi yeaaa..." diyen bir havaya sahipti ve rakibini hafife alarak sahaya çıkmıştı. Kuzey Kore'nin kadrosu ne yazık ki Maicon, Juan, Lucio gibi fiziksel mücadelede bileği zor bükülen ve Bastos gibi sol bekte hem geriye katkıda bulunup hem de vitesi ileriye yükseltebilen oyunculardan oluşan geri dörtlüye sürpriz yapmaya yeterli değildi, bu yüzden maçın hareketlenmesini pek bekleyemedik.

Kaka, Elano ve Robinho hücumda bu kadar kopuk oynarlarsa ilerleyen maçlarda Almanya gibi ekipler Brezilya'nın başına iş açacaktır; ama dünkü maçın bu üçlüyü eleştirme konusunda yeterli olacağını söylemek mümkün değil. Çünkü Robinho'nun iki-üç çalımı ve İlker Yasin tabiriyle "Savunmayı pasta gibi kesen" bir ara pası maçın kopmasını sağladı. Maicon da yine ekstrem bir golle perdeyi açınca (Kalecinin Jabulani'yle imtihanı[mı?]) Brezilya liderliğe ulaştı. Son dakikalarda Kuzey Kore'nin ataklarında biraz vizyon olsa görürdüm ben öyle top oynamayı.

KUZEY KORE
Dünya Kupası'nın ölüm grubuna düştüler, kimse onlara şans vermiyor ve pek çok kişi gol yeme rekoru kıracaklarını düşünüyor. Fakat dün akşam gördük ki karşısındaki rakipler temposunu yükseltip, maçı kazanmak için mücadele vermedikçe Kuzey Kore kendisine gol atmak isteyenleri çiçeklerle karşılamayacak.

Koşuyorlar, yardımlaşıyorlar ve boş alanlar yaratıp o noktalara paslar atarak kısmen de olsa etkili olabiliyorlar. Fakat kadro kalitesi ve oyunu okuma konusunda ciddi eksikleri olduğundan Brezilya gibi bir rakip oyunu önemsemese bile cezasını kolay kolay kesemiyorlar.

Kaybedecek hiçbir şeyleri yok, üstlerinde 'favori olmak' gibi baskılar da yok, çıkıyorlar sahaya ve mücadele ediyorlar. Savunma yapmasını da bilmiyor değiller açıkçası, dün sadece Brezilya'nın hücumcuları kötüydü dersek haksızlık etmiş oluruz. Jong Cha hava toplarında etkili ve savunmayı toparlıyor; Nam Pak ise takımın oyun yönünü değiştirebilecek tekniğe sahip, Tae Se Jong ise tek forvet olarak yalnız kalsa da rakiplerini oyalayabiliyor.

Açıkça söyleyeyim Kuzey Kore sürpriz yapamayacak ve o gruptan çıkamayacak; ancak Brezilya'ya gol atan Yun Nam Ji'nin çılgın sevinci ve Tae Se Jong'un ulusal marşını duyduğunda göz yaşlarını tutamaması Kuzey Kore'nin bu kupadan ne istediğini açıklıyor.

Bugün İspanya'nın ve akşam A Grubu'nun diğer maçında da futbol olmazsa kaçıp gitmek lazım Vuvuzela eşliğinde...

15 Haziran 2010 Salı

Çok Şey Mi İstiyoruz?



İlk maçların tamamlanmasına yalnızca 1 gün ve birkaç dakika sonra başlayacak olan Brezilya-Kuzey Kore maçını saymazsak 3 maç var. E ama gol yok?!

Çok şey mi istiyoruz diye sormak, hatta bağırmak geliyor içimden balkona çıkıp. Dünya Kupası'na 4 senede bir gelen şölen olarak bakan biz futbolseverlerin istediği tek şey güzel futbol. Tamam, bol gol olsun demiyoruz da, 13 maçta 20 golü bıraksan Luis Suarez de atardı Ajax'ta (milli takımda pozisyona giremedi o ayrı).

Hakikaten büyük sorun var. Her zaman bol gol demek değildir güzel oyun. Her zaman maçlar 3-2, 4-4 gibi absürd skorlarla bitmez tabii ki, zaten biz de bunu istemiyoruz. Bizim istediğimiz, sahada önce savunmayı düşünen değil, golü düşünen takımlar görmek. Gruptan çıkmak için "catenaccio" yapmayan, tamam belki total futbol da yapmayan ama, daha çok golü düşünen takımlar istiyoruz. Yıldızlarını kullanabilen, yeni yıldızlar çıkaran teknik direktörler... Başarılı olmak hedefinin korku değil, hırs yaratmasını istiyoruz biz futbolseverler...

Beklediğimiz gibi futbol oynayan, maç öncesinde "off oğlum sağda x, solda y, ortada z of of of" dedirtip keyifle ekran başına geçirdikten 5 dakika sonra "zap" yapmak zorunda bırakmayan dünya devleri istiyoruz...

Yapabildiklerinin fazlasını yapmaya çalışan, sempatik gelen, "valla bunlar da iyiymiş", "arap iyi arap" ya da "vay anasını" dedirtecek sürpriz adayı takımlar istiyoruz...

Söyleyin Güney Afrika'dakiler, çok şey mi istiyoruz?

Souleymanou-Kameni



Japonya-Kamerun maçı hakkında hakikaten yazılacak bir şey yok. Sadece Kamerun'un beklenenden çok daha deorganize olduğunu söyleyebilirim.

Benim değinmek istediğim konu çok daha farklı. Denizlispor'da saçma sapan hatalarıyla tanıdığımız, ardından Kayserispor'a geçen ve bu sene birçok "nükleer" hata yapan Souleymanou, nasıl ve ne neden olur ki birinci kaleci olur?



Tabii ki yerme ya da küçümseme amacım yok, Souleymanou'nun da refleksleri iyi mesela. E ama be Le Guen, elinde La Liga'nın en iyi 5 kalecisinden biri var, Kameni'yi nasıl oynatmazsın? Kat'iyen aklım almadı bu tercihi. Sanırım pek mantıklı bir açıklaması da yok... Ha tabii bir de yedek kulübesinden oyuna giren Achille Emana olayı var. Kameni'yi yedek bırakan, onu niye bırakmasın değil mi? Kamerun'un işi çok zor, önce içeride bazı şeylerin oturması, tercihlerin kesinleşmesi lazım sanırım...

İtalya-Paraguay



Öncelikle şunu söylemeliyim ki, ben bu kadar basiretsiz dünya kupası beklemiyordum. Kimsenin gol atmaya niyetinin olmadığı sözde dünyanın en büyük futbol organizasyonunun belki de daha turnuva başında "savunma yapacaklar" dedirten tek takımı olan İtalya, Conmebol elemelerinin Şili ile birlikte en dikkat çekici takımı Paraguay'la karşılaştı 14 Haziran'ın kapanışında.

Feci bir yağmur vardı, saha da çok kaygandı, onu baştan kabul etmek lazım. Ama o kuraklıkta gelen yağmur kimseyi heyecanlandırmamış, sevindirmemiş olacak ki, ruhsuz futbol yine sahadaydı.

Beklediğimden çok daha katı ve sağlam çıktı Paraguay. Ama durdurmayı çok düşününce, ilerideki Valdez ve Barrios'a, ki hakikaten kağıt üzerinde bayağı korkutucu bir ikili, bir türlü top götüremediler. İlginç bir gol geldi oyun kilitlenmişken Alcaraz'dan. Cannavaro'nun üzerine, Chiellini'nin omzuna basarak yükseldi, kafayı vurdu, Lippi'yi korkuttu.

Her ne kadar ilk yarıyı önde kapamış, gole kadar da çok pozisyon vermemiş olsa da, Paraguay'ın sadece "taş gibi takım" olduğunu söyleyebilirim. Bundan daha ileriye gidip iyi takım, zevk veren takım demek abes olur. Gerçi karşınızda İtalya varken nasıl zevk veren futbol oynayacaksınız değil mi?



İaquinta'yı sol sanatta oynatmanın mantığını çözemesem de, "madem sol ve sağ tarafta ikincil forvet oynatacaktın, niye di Natale'yi oynatmadın?" diye sorup dursam da, Lippi'ye saygı duydum yine de. Hiç değilse yanlışından dönüp, Camoranesi ve di Natale'yi aldı sonradan oyuna da, o zamana kadar hiç pozisyon bulamayan İtalya kendine geldi. Gol tabii ki klasik olarak duran toptan oldu. Justo Villar'ın poşet misali havada süzülüp boşa çıkması da yine Jabulani'ye bağlanacaksa, bir çift lafım olur söyleyeyim; HADİ BE ORADAN! (be yerine opsiyonel olarak lan da kullanılabilir)

Son paragrafı bence Mesut Özil'den sonraki, turnuvanın şu ana kadarki en iyi bireysel performansına ayırmak lazım. Pepe, hakikaten durmak bilmedi. Bir ara hem sağ defans hem sol defansta aynı anda oynadığını düşünmedim değil. Hakikaten her şeyi yaptı, yüreğiyle oynadı adam. Helal olsun.

Beraberlik, zevksiz futbol, topoun oyunda kaldığı 64 dakika boyunca yalnızca kaleye giden 6 şut... Bu kupada bir şeyler eksik ama... Dur bakalım.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Oldu Mu Şimdi?




Bütün olay bu arkadaşa bağlı sanırım. Bert van Marwijk'ın başı çok ağrıyacak gibi Arjen Robben gelene kadar. Sneijder, İnter'de alıştığı gibi sağından solundan destek alamıyor, ileride her an her şeyi yapabilecek bir Milito-Eto'o ikilisi yok...

Hazır forvete dönmüşken söylemek lazım, van Persie, nen var kuzum? halihazırda kendine gelmiş değil Robin, burası bariz. Özellikle 2. yarıda, golden sonra Danimarka defansının yaptığı inanılmaz hata sonrasında yakaladığı pozisyonu harcamasından belli oldu hazır olmadığı. Arsenal'daki bildiğimiz van Persie olsa tavana çakardı o topu.

Bir parantez de Elia ve van der Wiel'e açmak lazım bence. Gregory van der Wiel sayesinde hala neden ve ne şekilde kadroda olduğunu anlayamadığım Khalid Boulahrouz'dan kurtuldu Hollanda. Kaldı ki, hem hızlı, hem teknik, hem de defansif özellikleri çok iyi olan bir oyuncu van der Wiel. Hani bizim güzel medyamız "amaan be, Hollanda'da babam da oynar, başka yerde aynı performansı gösteremez" diyor ya Eredivisie oyuncuları için, çok güzel cevap oldu bence van der Wiel'in bugünkü performansı. Diğer yandan, Eljero Elia, ki 2. golü ona değil de Kuyt'a yazmak ayıptır, oyuna girdikten sonra hakikaten nefis oynadı. Acaba fazla etkili olamayan van der Vaart ve van Persie ikilisi, 2. maçta yerlerini Robben ve Elia'ya bıraksalar nasıl olur?



Diğer yanda, Danimarka'nın bence Cezayir'den, Avustralya'dan ya da ne bileyim diğer sıkıcı ve basiretsiz takımlardan hiçbir farkı yok gibi. Orta alanda baskı yapmaya çalışıp top kazanıyorlar, belki pozisyon vermiyorlar fazla ama, hakikaten hiçbir hücum seçeneği yok bu adamların. Sanırım hücum oyuncusu üretimi Rommedahl ve Gronkjaer sonrası durdu.

Tek amaçları Nicklas Bendtner'e (ki her zaman söylerim, kendisi kütüktür tam manasıyla) top şişirmek, ondan sonra da sağ, sol ya da ortadan birilerini araya sokmak... Belki biraz da yan top. Bu takım nasıl, hangi şekilde gol atacak, gruptan nasıl çıkacak, kesinlikle sormak lazım Morten Olsen'e. Gerçi adamın elindeki tek yedek hücum oyuncusunun Tomasson olduğunu düşünürsek, o da ne yapsın ama değil mi?

Hollanda birçok kişinin olduğu gibi, benim de favorimdi. Aşırı formda 2 yıldız, Robben ve Sneijder, 2 genç yıldız adayı Elia ve van der Wiel, hani o klasik "abilik" görevi için van Bommel ve van Bronckhorst... Keşke van Nistelrooy da olsaydı ya, neyse hadi. Ama gördüğüm kadarıyla favori olmaktan çok uzak Hollanda. Hele Almanya'yı gördükten sonra, hele İspanya'nın neler yapabileceğini düşündükten sonra, sanırım Hollanda'ya Robben gerekecek acilen.

Almanya - Avusturalya



Dün akşamki maçı biraz geç izlemeye başladığım için ilk iki golü kaçırdım; değerlendirmemi 32. dakikadan itibaren yapacağımdan bazı noktaların eksik kalmış olması kuvvetle muhtemeldir. Ancak tabii ki Fifa'nın sitesinde özetlerin yayınlandığını ve bu özeti izlediğimi de belirteyim.

ALMANYA

Dünkü maçta sürpriz yapmayan Almanya, Avusturalya'nın üzerinden panzer gibi geçti. "Ballack'ı aratmayacağım" diye bağıran Mesut Özil, oyunu çok iyi sürükledi. Podolski, Müller ve Klose de bu oyuna biraz ayak uydurunca Avusturalya daha fazla dayanamadı ve çöktü.

Almanya savunmada son derece iyiydi, Avusturalya'nın cılız ataklarından sürpriz doğmasına izin vermedi; hele ki kaleci Neuer maçın önceden belli olan seyrinin birden değişebileceği bir pozisyonda Almanya için çalan tehlike çanlarını maçın sonuna kadar susturdu.

Almanya için söyleyeceğimiz birşey yok, kadrosu Dünya Kupası finaline yürüyebilmesi için yeterli görünüyor. Şu an favori gösterilenlerden biraz daha eksik bir kadro olabilir; ama kesinlikle onları yenmek için de yeterli olacaktır.

AVUSTURALYA

Güçlü rakibi karşısında varlık gösteremeyen kangurular, Tim Cahill'i de tartışılır bir şekilde kaybedince maçtan koptu. Gana'nın da Sırbistan gibi bir rakibe karşı sergilediği oyun Avusturalya'nın işinin ne kadar zor olduğunu gösteriyor.

Harry Kewell, Mark Viduka, Mark Bresciano gibi silahların yerini doldurabilmiş değiller. Sadece Culina, Emerton ve Cahill Almanya'yla boy ölçüşebilecek teknik kapasiteye sahipti; bu silahlar da Almanya'nın güçlü savunması karşısında etkisiz kalınca Avusturalya için mağlubiyet kaçınılmaz oldu.

Aslında savunma olarak çok da kötü değiller; Lucas Neill ve Craig Moore uyumlu bir ikili oluşturmuş. Fakat takımda genel anlamda baş gösteren "Organize olamama, pres yapamama" sorunu Avusturalya'nın mağlubiyetine zemin hazırladı. Dünkü görüntü, Socceroo'ların gruptan sonuncu çıkmamasını sürpriz kılar; ama burası Dünya Kupası, sürprizlere her zaman hazırlıklı olmak gerek.

12 Haziran 2010 Cumartesi

İngiltere - A.B.D.



Dünya Kupası'nın, Güney Kore'nin güzel oyunundan sonra gözlerimizin pasını silen bir diğer maçı oldu bu maç bence. İki taraf da hücumda ve savunmada son derece etkili hamleler yaptı. Bu sayede ortaya çıkan tablodan hoşnutsuz futbolseverler yok denecek kadar az olsa gerek.

İNGİLTERE
"Kurtar bizi Capello!" diye haykıran İngiltere'nin çağrısına kulak veren 'kurt hoca' Fabio Capello'nun sahaya sürdüğü kadro, İtalyan teknik adamın ne kadar temkinli bir oyun yapısı benimsediğinin bir görüntüsüydü. Orta sahada Milner, Lampard ve Gerrard gibi oyunun iki yönünü de çok iyi oynayabilen oyuncuların yanına sürpriz çıkışlarla rakibi yıpratan Aaron Lennon desteği verilmişti. Rooney'in de göbekten Heskey'e destek vermesi amaçlanıyordu.

Nitekim henüz 4. dakikada Heskey'in pasıyla hareketlenen Gerrard topu filelere gönderdiğinde orta sahadan gelip, forvetlerin rakibi dağıtmasından faydalanma metodunun izlendiği sinyali verilmişti. Bundan sonraki dakikalarda ise İngiltere oyunu genel olarak yönetiyor görüntüsü verse de gerek içeriye yapılan ortaların değerlendirilemeyişi gerekse ataklardaki yanlış pas tercihleri takımı epey baltaladı, bas bas "Defoe lazım buraya!" diye bağıran oyun, sağlı sollu ortaları değerlendirmesi beklenen Crouch ile de değişmeyince İngiltere ısırdığı leblebinin demir olduğunu fark etti.

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ
Sonuç sürpriz mi? Asla... Sürpriz olan İngiltere kalecisi Robert Green'in, Clint Dempsey'in öylesine vuruşunu içeriye buyur eden büyük hatası olabilir; ama bu maçın berabere bitmesi kesinlikle sürpriz değil. ABD kendi oyununu kabul ettiremese de İngiltere'nin üstünlük sağladığı alanların sonuçla bağlantısını koparmayı başardı diyebiliriz.

Ferdinand'ın da olmadığı İngiltere savunması, Jozy Altidore tarafından korku dolu anlara gark edildi, Oguchi Onyevu top kesmekten ve İngiltere ataklarını sonlandırmaktan bıktı, Carlos Bocanegra ve Steve Cherundolo 'kanat futbolu oynayan' İngilizlerin silahlarına susturucu takmayı yer yer başardı. Fakat taktiksel açıdan derli toplu bir takım olmadığından ne kendi gardından çıkabildi ne de İngiltere'nin gardını indirebildi.

Sonuç olarak iki takım da bu kupanın önemli ve güçlü isimleri, zaten gruptan ikisinin çıkması da en yüksek olasılık. Bu grupta sürpriz bir çıkış beklemiyorum, ilerleyen maçlara göre İngiltere ve ABD farklı iki sıralama şekliyle yollarına devam edecektir. Yarınki Cezayir - Slovenya maçı kazanan tarafa büyük bir avantaj getirse de iki ekip de bunu koruyacak yapıda değil gibi...

Hayrettin Yapma!



İsterse İngiltere-Abd maçının ikinci yarısında İngilizler 8 tane atsınlar, ben bu maçı hep böyle anacağım. "Hayrettin Yapmağ"

Jabulani mi? Ne alakası var yahu?

Olmamış



Tamam, belki takım zar zor geldi finallere. Tamam, iyi top oynanmadı, bir şekilde yıldızlar çıkıp kurtardılar günü... Ama gel gör ki, biz hep "Abi Maradona ama yeaea" dedik durduk.

Peru deplasmanında Nuh Tufanı inerken 94. dakikada gelen gol seni kurtardı, sen de kocaman göbeğinin üstünde kaydın sevinçten, mest ettin bizi. Dedik ki adam hala aynı, bıraksalar oynayacak.



E şimdi bugün bakıyorsun, Maradona gelmiş bu hale. Ne sevimlilik kalmış, ne takım güzel oynuyor. E Messi hariç neyini izleyeyim ben bu Arjantin'in?

"Pazartesi o sakallar kesilmiş olarak gelinsin!"

Yunanistan Ve Yeni Nesil Catenaccio



Birinin ona "takımın gol atması gerek" demesi lazım. Şurada 64 maçı da izlemek istiyoruz diyoruz, savunma yapmaya çalışıp yapamayan Yunanistan'ı gördükçe kahroluyoruz.

Hocam, e gol lazım!!?

Aslında ben 5-4-1 beklerken Samaras, Gekas ve Haristeas'la başlaması şaşırtmadı değil. Fakat gelin görün ki, bu üçlüye top getirecek Karagunis ve Kaçuranis hakikaten bitmiş, tükenmişler. Salpinidis ve Kapetanos da etkili olamayınca, gol gelmedi.

Yalnız benim bir sorum olacak, Ninis, ki bence en büyük yıldız adaylarından biridir, neden oynamadı?

Bu arada, Yunanistan halihazırda Dünya Kupası'ndaki 4. maçında da gol bulamadı. Sanırım bulamayacak da...

Diğer yandan, Güney Kore de taş gibi hani... Guus Hiddink'in oturttuğu sistem hala mükemmel uygulanıyor. İyi kapanma, hızlı çıkış, seri paslar... Arjantin'in bugünkü oyununu gördükten sonra, hatta Nijerya'nın oyunu da hesaba katılırsa, bence ilk gün sonunda Kore ilk ikiye girmeyi en çok hak eden takım gibi gözüküyor. Bilmem katılır mısınız...

Doo-Ri, sağ kanatları özellikle, çok dikkat çekici bir performans sergiledi. Ji-Sung Park, takımın her şeyi olduğunu kanıtladı yine.

Bu arada, farkına vardıysanız, Kore ilk golde tereciye tere sattı. Yunanistan hiçbir duran topta tehlike yaratamazken, ilk golü duran toptan buldu Güney Kore.

Şu ana kadarki en tatmin edici futbol Güney Kore'den, sırada ABD var!

Uruguay - Fransa



Herhalde 2008 Avrupa Şampiyonası'nın bitişinden sonra tüm dünyanın heyecanla beklemeye başladığı 2010 Dünya Kupası bugün ev sahibinin yaptığı açılışla başlamış bulunuyor. Açıkçası A Grubu'nda turnuvanın favorilerinden herhangi birinin olduğunu düşünmüyordum, bugünkü maçlar da iyi mücadele örnekleri sergilenmesine rağmen yaratıcılık bakımından sınıfta kalınca düşüncelerimde haklı olduğum izlenimini verdi.

FRANSA
Raymond Domenech'in 2006 Dünya Kupası'nda yaptıkları ve 2008 Avrupa Şampiyonası'nda yapamadıkları göz önünde bulundurulduğunda bugün gruptan çıkması, epey zorlu mücadeleler sonunda, mümkün göründüğü halde mütakip turlarda haşat edilmesi kuvvetle muhtemel bir takım izlenimi veriyordu.

Zidane'dan sonra, yetenekli oyuncu boşluğunu genç isimlerle doldursa da bir türlü oyunu okuyacak ve yaratıcılığıyla maçı tamamen değiştirebilecek oyuncuları takım kimyasına yediremediler. Bugün de gördük ki Gourcuff, Ribery, Anelka ve Govou'nun; Abou Diaby ve Toulalan ile beslenen hücum hattı vasat mücadele eden savunmalara karşı dahi zorlanacak.

Kulübeden gelecek desteğin de pek yeterli olacağını söylemek mümkün değil; yaşını almış bir Henry, çabukluğu boş alanlarda etkili olan Valbuena, kapalı savunmalar karşısında fazla etkili olamayan Gignac ve Cisse de aranan kan olmaktan şu anlık uzak görünüyor. Sadece Florent Malouda'nın atletik yapısı oyunu rakibe yıkmak konusunda etkin olabilir.

Şunu da söylemek gerek: Bu takım o kadar da kötü değil aslında, öncelikle Toulalan, Gallas gibi iki mücadeleci kurt, Diaby, Sagna ve Abidal gibi fiziksel mücadeleyi çok iyi sergileyen beklerin desteğine sahip, öte yandan hızlı tren gibi git-gel seferlerine çıkan Patrice Evra da takım için önemli bir koz. Fransa elindeki yetenekleri verimli kullanabilecek bir teknik adama sahip değil ve Uruguay maçı da bunu gösterdi.


URUGUAY
Fransa'nın başına iş açacaklarından emin gibiydim, çünkü geride Lugano ve Godin'in çıkışlarıyla başlayan, genelde uzun pas olarak kullanılan topları çok iyi kontrol eden Diego Forlan ve son vuruşlarda rüştünü ispatlamış Luis Suarez ikilisinin Fransa'ya sıkıntı vereceğini düşünüyordum.

Ancak Lodeiro'nun oyuna geç dahil olması ve soyunma odasına da erken gitmesi, maç boyunca savunma ile orta saha arasındaki bağlantıyı kuramayan bir Uruguay izlememize sebep oldu. Diego Forlan'ın çabası ise bu kopukluktan ötürü hedefini bulamayan fakat iyi düşünülmüş ara paslar ile son buldu. Burada Fransa'nın geri dörtlüsünün ve ön liberolarının sertlik dozajı arada haddini aşsa da genelde Forlan ve Suarez'i ofsayt tuzağına düşüren akılcı oyununun da altını çizmemiz gerekiyor.

Her ne kadar maçın adamı Diego Forlan olsa da bence bu maçta üç Diego arasından öne çıkanı Godin oldu, Lugano ile oluşturdukları ikilinin ne kadar önemli bir parçası olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Pozisyonları engelleyip Uruguay atağına dönüştürmekte faydalıydı. Orta sahada Arevalo'nun kritik müdahaleleri oldu, Victorino ve Maximiliano Perreira savunma görevinde Fransız oyuncuların bireysel yeteneklerini kanatlara taşımalarına pek izin vermediler. Diğer Perreira olan Alvaro ise adaşı Recoba'yı arattı, Sagna'nın oyunu altında ezildi.

Uruguay elinde yetenekli oyuncuları olan bir ekip, ancak güçlü diyebileceğimiz savunma yönü maalesef orta sahanın hücumdaki dağınık ve az adamla seyreden yapısından ötürü gölgeleniyor. Kısacası Uruguay'ın da bu turnuvada sürprizlere imza atabileceği ihtimaline ben pek pay vermiyorum.

11 Haziran 2010 Cuma

Vuvuzela




1-1 biten ve vuvuzela sesine bolca maruz kaldığımız açılış maçından sonra farkına vardım ki, 64 maçta da bu sesi duyan her futbolsever, turnuva sonunda soluğu kulak burun boğaz bölümünde alır. Tshabalala attı, ses ayyuka çıktı. Marquez birkaç saniye susturdu beraberlik golüyle allahtan, normal maç ortamını hafifçe de olsa gördük.

Yok yok, böyle olmaz. Her ne kadar sempatim olsa da Bafana'ya, iyi ki direkten döndü o top 90'da. Yoksa camlar ve kulak zarlarımız için çok büyük sorun olabilirdi.

O değil de, Meksika'ya kaleci şart...

31 GÜN, 32 TAKIM, 64 MAÇ!



Daha heyecan vericisini bilen varsa söylesin allahaşkına! Tüm futbol aşıklarının zülfü siyahı geldi, cânı, cânânı geldi, daha ne olsun?

Tam bir ay boyunca futbola doymak dileğiyle başlayalım yazıya. Malum, çok geç kaldık grup değerlendirmelerine bu sınavlardan yoğunluktan... Lakin hemen her blogda var grup değerlendirmeleri zaten, üstelik her zaman olduğu gibi gazetelerden daha güzel şekilde.

Ben biraz daha odaklanmış bir yazı yazmak istiyorum. Açılış maçını...



Bafana-Bafana hazır diye duyduk Parreira'dan. Son birkaç hazırlık maçında da gördüğümüz üzere, ne zaman ne yapacağı bilinmez o "korkutucu" turnuva takımı olmuşlar. Seyirci desteği zaten muhteşem olacak, orası kesin. Zira vuvuzelalar hazır, şapkalar takıldı, marşlar bestelendi. Aslında Güney Afrika'nın en çok güvendiği şey bu taraftar olayı. Bildiğiniz gibi, takım Steven Pienaar'ın üzerine kurulmuş durumda. En golcü oyuncuları Benni McCarthy de kadroya alınmadı... E hal böyle olunca tüm o "yıldızlık" yükü Pienaar'ın üzerinde olacak. Bunu ne derece kaldırabilecek, göreceğiz.

Açılış maçı belki de en kritik maç olacak Bafana-Bafana adına. İyi başlamak elbette iyi götürmek anlamına gelmez ama, yine de açılıştaki bir galibiyet baskıyı atacaktır omuzlardan.

Hızlı bir takım Güney Afrika. Bu turnuva için Eurosport'un yorumcusu olan Roger Milla da zaten buna dikkat çekti maç değerlendirmesinde. "Gücü, seyirciyi arkalarına aldıklarında onları durdurmak zor olabilir, dolayısıyla eğer maç başında gol gelirse, Meksika'nın işi çok zor olabilir" diyor efsane Roger Milla. Formda ortasahasıyla tecrübesiz forvet oyuncuları ne derece uyum gösterebilecek bakalım Bafana-Bafana'da açılışta...

Ha bir de dip not; top Matthew Booth'a geldiğinde seyircileri iyi dinlemenizi öneririm. Tabii vuvuzela izin verirse...




Hakikaten çok güzel grup bu A grubu. Orta Amerika'nın elemelerinde sonradan toparlanan, hazırlık döneminde İngiltere ve İtalya maçlarında müthiş oynayan bir Meksika olacak açılışın diğer tarafında.

Franco efsanesinin geri döndüğü Meksika, oldukça genç bir hücüm hattıyla oynayacak gibi gözüküyor. Özellikle Gio-Vela ikilisi, bu turnuvanın en müthiş ikilisi olmaya aday bence. Hızlı, çevik ve aşırı yetenekli bu ikili, zayıf Güney Afrika savunması karşısında neler yapacak çok merak ediyorum açıkçası.

Maç öncesinde bir dolu tahmin yapıldı tabii ki... Maça Meksika favori çıkacak diyor bir çok futbolsever ve otorite. Fakat yine Eurosport'un yorumcuları Enzo Francescoli, Roger Milla ve Giovane Elber, Güney Afrika'nın maç başında bulacağı bir golün maçın tüm momentumunu Bafana'lardan yana çevireceği görüşünde birleştiler.

Neyse, ben şimdi bir alışverişe gideyim... Malum, 2 küsur saat kaldı açılış maçına. Herkese iyi dünya kupaları, müthiş heyecanlar dilerim. Dünya kupasını keyifle izlemeniz, bir ay boyunca yazacağımız yazıları keyifle okumanız dileğiyle...

SONUNDA BAŞLIYOR!!!