18 Haziran 2010 Cuma

Veni, Vidi, Vidic




"Önce İspanya!" diyordu herkes... Ardından "oOo Brezil oOo"cuların Brezilya'sı ve belki de turnuva öncesinde en çok merak edilen takım olan Hollanda... Kimsenin Almanya'ya güvenip de lcd televizyon aldığını falan sanmıyorum.

Lakin kazın ayağı öyle değil, ilk maçlar sonunda bunu gördük. Avustralya'yı, ki şu ana kadarki en kötü performanstır bence dünya kupasında, feci şekilde katlettiler. Çok fazla pozisyona girdiler, çok attılar, çok kaçırdılar. Ha şunu da söylemek lazım, Cahill'e gösterilen o ağır kart olmasaydı belki de bu denli farklı ve rahat kazanamayacaktı Almanya. Biri haksız kırmızı kart mı dedi?

Evet, Klose de bugün garip bir şekilde oyunun dışında kaldı. Ha belki Almanya 11 kişi de oynasa yenemeyecekti bu Sırbistan'ı onu bilemeyiz ama, yine de tam burada Alberto Undiano Mallenco'ya bir çift kelam etmek isterim; "sok o kartını cebine be adam!"

Gana maçında Krasic'İn kaçırdığı pozisyon olmasa, belki de bugün sonrasında puanı 6 olacaktı Sırbistan'ın. Gol kaçtı, ardında saçmasalak bir elle oynama, ve penaltı. Sırbistan'ın antrenman başlarında ceza alanı içinde salakça elle oynayarak ısındığını düşünmeye başladım, zira Vidic adlı arkadaşımız da aynı haltı etti. Neyse ki bu sefer Podolski topu Stojkoviç'e nişanladı da, Vidic dayaktan kurtuldu.



Podolski'ye de ayrı bir parantez açmak lazım. (hay senin ayağına)

Neyse, devam edelim. maç öncesinde bana "Sırbistan gol atacak, gole etki edecek 3 adam söyle, bir de rollerini söyle" deseler, vallahi Krasiç ortalar, Zigic indirir, Jovanoviç de atar derdim muhtemelen. Hakikaten de öyle oldu.

1-0 sonrası pozisyonlar da yakaladı Sırbistan direğin gole izin vermediği. Lakin başka gol olmadı.

Puanını eşitledi Sırbistan şimdi. Son maçları da Avustralya ile. Gruptan çıkmak için oldukça önemli bir fırsat yakaladılar, bakalım değerlendirebilecekler mi?

Memleketimden Futbol Manzaraları (1)

E... Malum dünya kupası şu an futbol gündeminin en büyük işgalcisi, orada yaşanan, yaşanması gereken veya yaşanması muhtemel herşey üstünde bu turnuvaya katılabilmiş, katılamamış her ülkenin yorumcusu kendi futbol görüşü dahilinde konuşuyor, anlatıyor. Fakat son zamanlarda ülkemizin futbol gündeminde o kadar çok olay birikti ki bunları konuşmak da gerekiyor.



Mustafa Denizli'nin gidişinden sonra koltuğa Magath mı oturacak, Ramos mu, yoksa Lucescu'nun tazminatı Yıldırım Demirören'in cebinden mi çıkacak derken Getafe'de şahlanıp, Real Madrid'de şampiyonluk yaşayan Bernd Schuster göreve geldi. Alman hocanın göreve gelişi Beşiktaş için çok önemli, çünkü kendisi disiplini ön planda tutan bir teknik direktör, hücum futbolunu da biliyor ve üstüne üstlük beyanatlarına göre futbola aç bir şekilde geliyor. Hayırlı olsun diyor, başarılar diliyorum...



Geldi mi, geliyor mu, 2-2 mi? Derken Ricardo Quaresma, Beşiktaş'ın kadrosuna dahil edildi. Türkiye standartlarının üstünde bir transfer ve belki de önümüzdeki senelerde bile ismen gölgede bırakılamayacak bir olay; Beşiktaşlılar da şu an coşmuş durumda ve haber yorumlarında "Dünyanın en büyük 2. oyuncusu, Ronaldo 7 numarayı giymiş dikkat edin Q7'ye nispet yapıyor, Türkiye'ye gelmiş en kariyerli futbolcu, artık Fenerbahçe bitti Gera denen ne olduğu belli olmayan adamı bile alamıyor" gibi ekstremum noktalarını zorlayan ifadelere girişildi bile. Herkes Anelka, Hagi, Jardel, Ortega gibi bu lige büyük gelmiş yıldızları çoktan unuttu ve daha sahaya çıkmamış bir adamın heykeli bile dikilecek!

Ancak Inter'de 4 maça çıkmış olması, Mourinho gibi bir hocanın Şampiyonlar Ligi listesine layık görmeyişi, Beşiktaş'ta bir ihtimal Mustafa Denizli'nin direnişiyle gönderilmesine sebebiyet veren futbolculara maaş ödenmeme problemleri epey büyük bir soru işaretlerini ortaya koyuyor, umarım bu belirsizlikler Quaresma'nın 'Quaresma' gibi oynamasıyla ve futbolculara hak ettiklerinin teminiyle önlenir...



Steve McClaren, PSV, Feyenoord ve Ajax hakimiyetini mükemmele yakın futbol oynayarak kıran Louis Van Gaal'in AZ Alkmaar'ından sonra bir devrim daha yaptı ve Twente'yi tarihinde ilk defa şampiyon yaparak hem Eredivisie hem de kulüp tarihine geçti. Bu şampiyonlukta kilit rol oynayan Miroslaw Stoch ise "35'inde gelir ancak" dedirtecek bir futbol ortaya koymuş olmasına rağmen Fenerbahçe ile sözleşme imzaladı. Fenerbahçe'ye faydalı olacağını düşündüğüm Stoch'un, ülkemizde oynanan sert futbol yüzünden yıpranacağı endişesini taşıdığımı da belirteyim.



Şimdi ne olacak? Bu sorunun cevabı uzun vadede alınacak gibi duruyor. Daum'la devam kararı alan Aziz Yıldırım yönetimi, Süper Lig şampiyonluğu gibi bir 'pire' için yaktığı yorganın bedelini Daum'a ödettiremedi ve Daum bu sefer, muhtemelen bu ülkeye tekrar adım atmak için ortaya koyup kabul ettirdiği, şartlarından feragat etmedi.

Açıkçası iyi bir-iki golcüsü olsa ya da inat etmeyip Semih'i sahaya sürse kimse Fenerbahçe'yle alay edemeyecekti, Lille maçında da ligin son maçı Trabzonspor karşılaşmasında da bunu gördük; Türkiye Kupası finaline değinmeye gerek görmüyorum, çünkü Zico zamanında bile yeterli bir oyun sergilenmedi ve hakem yardımıyla elenildi.

Fenerbahçe'yi sanki düşmekten son anda kurtulmuş gibi, önümüzdeki sezon iddiasız görenler var; ama unutmayalım ki 10'ar puan fark atıldı böyle düşünenlere. Ha ben Daum'dan birşey olmayacağını hep söylerim, ama "artık Fenerbahçe bitti", "Beşiktaş'ı zorlayacak tek takım belki Galatasaray olur" gibi beyanatların hiçbirine katılmıyorum. Ben yine ne olacağını sahada görme taraftarıyım; ama açıkçası artık Fenerbahçe'yi bir beklenti içinde izlemem mümkün değil, öylesine bakacağız maçlara bu sezon. (İfadeler çelişti gibi oldu, ama beklentim olmadığı halde çizilen çaresizlik tablosunun da gerçekçi olmadığını düşünüyorum)

Not: Aykut filan da yanmadı, şu anki tabloda alan razı satan razı bence, olan taraftarın sinirlerine olacak yine...



Bu arada es geçmişim, şimdi fark ettim ve yazımı düzenleyerek ekliyorum. Yıllardır Galatasaray tarafından her sezon transfer edilen Federico Insua, Türkiye'ye Bursaspor kanalıyla giriş yapmış bulunuyor. Açıkçası şampiyon olmuş ve Avrupa'da mücadele edecek bir takımın izlemesi gereken tavra yakın bir çizgi görüyoruz Bursaspor'dan, nokta atışı transferler ile iyi kadronun daha iyi hale getirilmesine çalışılıyor. Dilerim ki yetenekli olduğu su götürmez olan Insua, Bursa'nın kaliteli yerlileriyle güzel bir oyun ortaya koyar.

Kötüyüm, kötüsün, kötü... Fransa - Meksika



FRANSA
Dün akşam Dünya Kupası'nda bir fiyaskoya şahit olduk bence; Fransa, Dünya Kupası'nda favori gösterilen diğer takımlarla karşılaştırıldığında kadro olarak aşağı kalır hiçbir yana sahip olmadığı halde nasıl bu kadar aciz oynayıp Meksika'ya yenildi anlamak mümkün değil.

Hücum hattına bakıyoruz: Malouda, Ribery, Anelka, Govou... Yani nasıl oluyor da kendi takımlarında üst düzey futboldan adeta bıkmış, heyecanlı, stresli, baskılı ortamlara girmedikçe artık 'sıkılan' bu değerleri milyonlarla ölçülen, bonservis bedelleri bizim Anadolu takımlarına bedel adamlar gol üretemiyor bunu herhalde ancak Raymond Domenech açıklar.

Savunma desek, Sagna, Evra, Gallas, Abidal; bir sağ açığa 'Evra var bizim takımda' deseniz, adam hücum etmeye korkar; sağ bekle yapışık ikiz olur, Gallas ile Abidal'in arasına sızmayı Forlan ve Suarez bile başaramadı açıkçası, Sagna desek zaten Premier Lig'de rüzgarı arkasına alarak gelen yüzlerce sol kanat oyuncusuna karşı mücadele vermiş tecrübeli bir adam.

Toulalan ve Diaby ikilisi de gençlik ile tecrübenin iyi bir karışımı aslında, Diaby'nin hava üstünlüğü ve ataklara katkıda bulunmasına yardımcı fizik gücü, Toulalan'ın yerinde müdahalelerle bezeli mücadeleci oyunu bir araya geldiği zaman daha iyi bir ön libero mevkii ancak Lampard-Gerrard, Xavi - Iniesta ikilileri tarafından oluşturulabilmelidir mantıken.

Fakat mantık işlemiyor, Valbuena'nın, Gourcuff'un da renk katacağı müthiş bir kadro heba oluyor ve birşey oynayamıyor. Umarım Laurent Blanc'ın gelişi bu takımı beklenen seviyeye ulaştırır, yoksa Fransa'nın iyi jenerasyonlarından biri harcanıyor.

MEKSİKA
Güney Afrika'yla nasıl berabere kaldığını anlamadığım Meksika, turnuvanın mücadeleci takımlarından biri olarak çizgisini sürdürdü. Fakat tecrübeli ve bitirici 'hücum oyuncusu' eksikliği yaşıyor. Dos Santos, Messi gibi 'dalış ve gidiş' örnekleri sergilese de şutları kalecilerin üstüne ya da dışarıya gidiyor. Franco pozisyonlardan faydalanamıyor, Vela ise tecrübesizlikten muzdaripken şimdi bir de sakatlık belasıyla uğraşacak. Blanco zaten yaşını almış, sahada da ağır bir oyuncu olarak göze çarpıyor.

Marquez'in önderlik ettiği savunma iyi; ama Oscar Sanchez 'Ömer gibi kalecilik' yapamıyor bence, Guillermo Ochoa'ya da niye güvenilmediğini anlamıyorum. Herhalde Aguirre'nin bir bildiği var. Sol kanatta önemli işler beklediğim Guardado ise neredeyse hiç oynatılmıyor.

Meksika - Uruguay maçı, Meksika hakkında kesin hüküm verebileceğimiz bir maç olacak; çünkü bence Meksika'yı bu grupta üç değişik rakip bekliyordu. Güney Afrika maçı bir iş kazasıydı ve Fransa engeli güzel aşıldı. Şimdi Uruguay'la zorlu bir mücadele onları bekliyor.