19 Temmuz 2010 Pazartesi

"Bekledik Bunu Çok Bekledik"



Galatasaray taraftarının sabretmekten taşa döndüğü zamanlardayız. Malum, transferler gecikti, Keita satıldı, Elano gidecek diyorlar... Nedense yerli transferini transferden saymayan güzel futbol insanları, Lorik Cana'nın transferi sonra biraz "nefeslenmişti". Lakin son 1 ayda her gün imza attırılan Pino'nun gelmemesi, orta alandaki henüz dolmayan birkaç dönümlük boşluk, gittikçe sinir bozmaya başladı Galatasaray tribünlerinde.

Takımın durumu iyiymiş, oyuncular kaynaşmış, Serdar Özkan ile Mehmet Batdal süper çıkmış falan fişmekan, hikaye bunlar taraftara göre. Onlar yabancı transferi istiyor belli. Sessiz ama derinden mi gidiyor yönetim, yoksa oyalıyor mu taraftarı bilemeyiz ama, yapabilecekleri en harika şeyi yapıp, taraftarı mutlu etmeyi başardılar.

AVM çıkışlarında, ya da eğlence yerlerinde çocuklar eğlencenin hiç bitmemesini ister malum. "Biraz daha duralım, az daha bineyim, gitmeyelim şimdi" vs... Çıkışta, ardında bıraktığı, kendisini o eğlence yerine ait hissettiği 2-3 saatin sona ermişliğinin burukluğuyla ayrılır küçük arkadaşımız. Lakin baba, çocuğunun o haline dayanamaz, gider bir tane pamuk şeker alır, sürpriz yapar çocuğuna. İşte size Kewell'ın sözleşmesinin yenilenme hikayesi...

Son 2 sezonda 68 maça çıkmış 29 gol atıp 18 asist yapmış, 54 kere "fok off" (aussie aksanı tabii) demiş, birçok kez de "hari küvıl, küvıl from gelıtasıray" demiş bir oyuncu Harry. Tribünlerin Daddy Cool'u, kapalıdaki, açıktaki herkesin sevgilisi, gizli eşcinsel taraftarların biricik Kewell'ı.

Sakat, yaramaz dendi kendisi için. 31 yaşında, son iki sezonunda 68 maça çıkmış, ki geçtiğimiz sezon son 3 ayda hiç oynamadı bildiğiniz gibi, bu yetenekte bir oyuncunun neresi yetersiz, kötü bu adamın?

Neyse, soykırımdan kurtuldu çocuklarımız. Harry Kewell en az bir sene daha, belki birkaç sene daha Galatasaray'da...

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Sercan Ne Kadardı?



La Liga'nın en değerli hücum silahlarından biri bu adam. Canales ve Di Maria gibi, o da artık Mou'nun ellerinde, Real'de. 6 yıllık sözleşme imzaladı Pedro Leon, peki bonservis ücreti?

10 milyon Euro... Sercan ne kadardı?

16 Temmuz 2010 Cuma

Hastasıyız Bu Heyecanın



"Die Beeesteeen" seslerinin gelmesine az kala, Şampiyonlar Ligi'nde 2010-2011 sezonu için 3. eleme turu kuraları çekildi. Dilerseniz eşleşmelere bir göz atalım.

Önce kısa olandan başlamak lazım, "şampiyon olamayan" Şampiyonlar Ligi katılımcılarına. Malum, bu arkadaşlar için işler neredeyse imkansızlaştı. Bu turu geçenler, Premier League dördüncüsü, La Liga dördüncüsü, Serie A dördüncüsü, efenime söyleyeyim Bundesliga üçüncüsü gibi adamlarla oynayacaklar. Neyse, eşleşmeler şu şekil;

Fenerbahçe-Young Boys: Şampiyonluğu son haftasına kafa kafaya girdiği ligde son maçta Basel'e kaybederek buralara düşen Young Boys, bu sezonki en önemli gol silahi Seydou Doumbia'yı 10 milyona CSKA'ya satmıştı. Zaten o haliyle bile çok güçsüzlerdi Fenerbahçe için. Takımda en önemli adamlar Cristoph Spycher, Moreno Costanzo, Thierry Doubai ve Christian Schneuwly olarak gösterilebilir. Fenerbahçe büyük ihtimalle ilk maçtan işi halleder...

Ajax-Paok: Fenerbahçe'nin rakibi olsaydı doksan kere "bilmem ne zaman İstanbul'dan göçen Rumlarca kuruldu" geyiğini duyacaktık, iyi oldu Ajax ile eşleştiği. Daha hiçbir şeyi belli olmayan Ajax için bir şey söylemek çok imkansız. Suarez gidecek mi, Van der Wiel ne olacak, Cvitanich bir kez daha kiralık mı verilecek, bunların cevaplanması lazım önce.
Paok ise kayda değer bir ekip olarak gözüktü geçen sene gözümüze. Defansta Contreras, ortada Vieirinha, ileride ise Salpignidis ve Müslümoviç var. Deplasmanda Ajax kendilerini geçen sene herkesi yaptıkları gibi "gol manyağı" yapmazsa, nefis bir klişeye imza atacağım ama, "ateşli Yunan seyircilerin önünde" sürpriz yapabilir Paok.

Braga-Celtic: Nedir bu Celtic'in kura şanssızlığı? Geçen sene son eleme turunda Arsenal'e takılmışlardı, şimdi direk Braga'ya tosladılar. "Benfica'nın elinde uzaylı hücum hattı olmasaydı şampiyonluğu alacaktı" diyebildiğimiz Braga, taş gibi savunma yapabilen, istediğiskoru alabilecek bir takım. Geçen sezonki kabusun ardından takımın eski yıldızlarından Lennon'ı teknik direktörlüğe getiren Celtic'te henüz orta alan sorunu mevcut. McManus ve Boruc takımdan ayrıldılar ve şimdiye kadar sadece bir adet ilk onbir transferi yapıldı: Ça Du-Ri. bir dolu sorun var yani.
Braga ise Celtic gibi, kalecisini İtalya'ya, Genoa'ya sattı. Tam anlamıyla da transfer yapmış sayılmazlar, ancak çok da transfere ihtiyaçları yok açıkçası. İnanılmaz bir takım oyunu var Portekiz ikincisinin. Celtic'e yazık olabilir...

Unirea Urziceni-Zenit: Geçen seneki Şampiyonlar Ligi gruplarından sonra, şüphesiz oynadığı oyun sonrası elde ettiği, ya da şöyle diyelim, eline geçen şey bizi çok üzdü Unirea'nın. Herkes 2009-2010 sezonunun "cindirella team"i olarak bakıyordu onlara, ancak 3. oldular, Uefa Avrupa Ligi'ne düştüler. Bu sene 32 yaşına gelen Daniel Munteanu'yu serbest bırakan Unirea, Arles Avignon'dan Maurice Male'yi aldılar
Zenit bu eşleşmede çok daha avantajlı olan taraf. Hem kadro açısından, hem de form açısından, malum lig devam ediyor, Unirea'dan öndeler. Onların en yeni transferleri Aleksandr Bukarov. Zaten Danny, Huszti, Kerzhakov, Rosina gibi bir dolu hücum hücumcu, Meira, Anyukov, Puygrenier gibi birkaç duvar briketi var rusların. Ben sadece bu turu geçmelerini değil, aynı zamanda gruplara kalmalarını bekliyorum açıkçası.

Dinamo Kiev-Gent: Her sene utanmadan gruplara kalıp, üçüncü ya da dördüncü olan (tanıdık geldi bir yerden), zerre ilerleme sağlayamayan Kiev, geçtiğimiz sene neredeyse İnter ve Barça'nın olduğu gruptan çıkacaktı. Artem Milevskiy ve selefi, abisi Andriy Şevçenko önderliğinde Genk'ten sadece bir değil birçok adım önde Kiev.
Genk için konuşmak biraz zor. Kendi evinde çok gol atan, deplasmanda hem atıp hem yiyen garip bir takım. Lakin Kiev karşısında sürpriz yapabileceklerini sanmıyorum...

Şampiyon olanların eşleşmeleri ise şu şekil;

Lietuva Metalurgs/Sparta Prag - Bakü/Leç Poznan

Aktobe/Rustavi - Hapoel Tel Aviv/Zeljeznicar

Şerif/Tirana - Zagreb/Koper

Litex/Rudar - Birkirkara/Zilina

Levadia Talinn/Debrecen - Basel

AIK/Jeunesse - Linfield/Rosenborg

Partizan/Pyunik - Ekranas/HJK

BATE/FH - Kobenhavn

Bohemian/TNS - Anderlecht

Omonia/Renova - Salzburg/HB

13 Temmuz 2010 Salı

Dünya Kupası'nın Aklımıza Kazıdıkları (saha dışındakiler)

Her dünya kupası bittiğinde, futbolseverler "lan biz napıcaz şimdi ligler başlayana kadar?" boşluğunun içine düşer. Boşluktalık hissi çok sürmez aslında; hazırlık maçları, transferler, avrupa kupaları eleme turları...

Lakin boşluk hissini yaratan artık her gün ya da gün aşırı maç olmayışı değildir. Her gün görmeye alıştığımız şeyleri, çeşitli yerlerde okumaya alıştığımız, arkadaşlarmızla sürekli, 1 ay boyunca tartıştığımız şeyleri artık en azından aynı sıklıkla görmeyecek, konuşmayacak oluşumuzdan ileri gelir.

Evet, her gün maç olmasına, deli gibi futbol heyecanı yaşamaya çok alıştık biz. Ancak özleyeceğimiz şey yalnızca bir kupa için savaşan futbolcular mı? Kesinlikle hayır...

ÖMER ÜRÜNDÜL


Ömer üründül çook derken

Hepimiz çocukken mahalle maçı yapmışızdır. Hatta belki o geleneği halısahalarda devam ettirenler bile olabilir. Hepimizin bildiği üzere, mahalle maçları tüm dünya kupası maçlarından, şampiyonlar şampiyonu olmaktan, UEFA Kupası'nı almaktan daha fazla heyecan yaratırdı bizlerde. Ne de olsa geleceği biz yazıyorduk orada. Lakin büyük heyecanla maç için ayakkabılarını giyen ve okulun bahçesine çıkan çocuk, maçın yapılacağı alanda mahallenin abilerinin maç yaptığını görüp hayata küser halde evine geri döner arkadaşlarıyla birlikte... İşte Ömer Üründül benim için o abilerdi turnuva boyunca. Cipsimi biramı almış, maça kendimi hazırlamışken "yanımda değerli yorumcumuz Ömer Üründül var..." cümlesiyle tüm hevesim ve hazırlığım anlamsızlaştı her maçta. Gelin görün ki, kendisiyle yapılan röportajlarda Ömer Üründül "yaptığım mükemmel yorumları görmüyorlar" demiş. Enteresan bir açıklama di mi Ömer abi? "Çoook"

Neyse, bir başka büyük turnuvada daha az maç yorumlamanız dileğiyle...

MAHİNDRA SATYAM



Genelde pek bakmam oyun alanlarının kenarlarda yer alan reklamlara, lakin bu turnuvada dikkatimi çeken bir şey vardı. "Acaba reçel markası mı bu? Oyuncak şeysi mi yoksam? İsmi de ne güzelmiş" şeklinde dikkatimi celbetti bu Mahindra Satyam. İsminden bir Hint markası olduğunu çıkardım da, nedir ne değildir diye çok düşünmemiştim açılış maçında. E ama sonradan her maç her maç görünce, bizim bilmediğimiz bir dünya devi mi bu nedir şeklinde düşüncesiyle araştırmaya girdim. Haydarabat merkezli bir it-offshore firmasıymış bu şirket (onun ne olduğunu sormayın, bilemiyorum). Bayağı sağlam bir firma olsa gerek ki, her maça dev yarâsa reklamlar koyabilmişler... Bu da bir ayrı akılda kalan oldu benim için...

DÜNYA KUPASI MEME YAPINCA (KONPİLE DEĞİŞMESİ LAZIM)



Yiğit Özgür'ün zamanında bir karikatüründe "olanca memeler" diye bir söz kullanmıştı... Hah işte, bahsettiği bu ablaydı. "Olanca memeleriyle" (yuvarlak), memelerini gözümüze soka soka aklımıza giren bu arkadaş, zaman zaman sol memesinin üzerine aldığı "Axe" reklamıyla da dikkatimizi çekti. Birçok derginin vs... kapağında görmeye alıştık Larissa Riquelme'yi. Roman'dan sonra futbol konusu dahilinde oldukça estetik bir başka Riquelme oldu hayatımızda.

Ablamızın tek derdi Paraguay'ın şampiyon olması gibi gözükse de, o görünen şeylerin önüne hep memeleri geçti sağolsun. "Paraguay gruptan çıksın göğüsleri açıcam, Paraguay bu turu geçsin bi kere elleticem" gibi vaadlerde bulunan Riquelme, "Şampiyon olursak takım için(?!) soyunacağım" dediğinde, bir anda Paraguay aşkı kapladı içimizi... Yani sporseverlerin içini, benim değil.(öhöm). Ama çabuk vazgeçti abla, zaten gösterip vermemiş gibi olduk, soyunayım gitsin dedi ve soyundu turnuva bitmeden.



Erotizm bununla sınırlı kalmadı. Hatta olay erotizmle sınırlı kalmayıp pornografiye de döndü. Bobbi Eden adlı ablamız, ki kendisi bir pornstar imiş (vallahi bilmiyordum, arşivimden kaçmış), "Hollanda'nın şampiyon olması halinde çok ilginç sürprizlerle karşınızda olacağız" mealinde bir tweet yazdı Tweeter'da. "Herkese benden oral, İhsan'a duble" diye bağırdı mı bilemeyiz ama, Hollanda şampiyon olsaydı, yaklaşık 30 bin tivitır takipçisini mutlu edecekti 3 arkadaşıyla birlikte Bobbi... (bobbi gel oğlum)

Anlayacağınız o ki, her zamankinden daha fazla "seksi resimleri için tıklayınız gazeteciliği" ekmeği çıkardı bu dünya kupası... Bu sene de ne meme yaptı arkadaş!

VUVUZELA



Ara başlığı görünce "hıaaaayırrr" deyip okumayı bırakanlar, hatta sayfayı kapayıp bilgisayarı yeniden başlatanlar olmuş olabilir. Ya da belki aranızda az sayıdaki ilginç insanlardan vardır, vuvuzelayı sevdiğinden daha bir şevkle okuyor olabilir şu an, bilemem. Lakin bildiğim bir şey var ki, "İÇİNE ETTİNİZ LAN MAÇLARIN VIZ VIZ VIZ!"

Tamam güzel kardeşim, kültürdür, iyidir hoştur. "Connecting through culture, celebrating diversity" düsturuyla hareket edilmiş olabilir, de, bana ne?

"Nerede çalıyorsanız çalın, maçlarda çalmayın" yahut "maçlarda çalın da, az çalın, mesela herkes Trabzonspor seyircisinin 61. dakika gösterileri gibi plaka numarasından falan bir şey belirlesin, ona göre çalsın" deme cesaretini gösteremeyen Sepp Blatter, Afrikalı dostlarımız hariç tüm dünyayı bunalıma soktu maç izlerken.

Eurosport ofisinde izlediğim ilk maçta, ki muhtemelen Fransa-Uruguay maçıydı, yaklaşık 3-5 televizyondan gelen de-senkronize "iziuuuv, vizuuuuu" sesleriyle çıldırma noktasına geldim. Hatta aramızda "lan raid taksak gider mi acaba?" diye düşünenler olmadı değil. Ha sonradan ofise 90 tane vuvuzela sipariş edenler oldu, "acaba ben mi anormalim?" düşüncesine sevk ettiler beni...

En kötüsü de, her yere sıçraması oldu. Mahallemizde bir çocuk, artık nereden eline geçirdiyse, Afrika'da çalınan aletin aynısıyla, replika değil, parkta çalıyor her gün. Elime geçirdiğimde çok yaşamayacak belli, o yüzden tadını çıkarsın diyorum, elleşmiyorum.

En büyük korkumuz da sanırım bu aletin Turkcell Süper Lig'e sıçraması olacak. Belki de artık seyircisiz maç yerine, olay çıkaran seyircileri bir yere toplayıp 90 dakika kulaklarını vuvuzela üfürürken maçı izlemeye zorlamak çok güzel bir ceza olabilir, bilmiyorum, bana öyle geliyor...

KAHİN AHTAPOT PAUL



Şimdi. Bir ahtapot için övgü yazısı falan yazacağımı hiç düşünmezdim. Hatta, bir ahtapot için yazı yazacağımı da düşünmezdim. Gel gör ki, adam hatasız bir dünya kupası geçirdi, yazmamak ayıp olur.

Bülent Timurlenk bir hesap yapmış, bu Paul kardeşimizin ilk tahminine 10 avro yatıran bir insan evladı, oradan kazandığı parayla Paul'ün tahminlerine oynamaya devam etse, tam 6.300 avro kazanırmış. Ahtapot enteresan hayvan di mi Ömer abi? "Çook."

Garip garip şeyler okuyorum. "Xavi'nin, Klose'nin oynadığı takımın galibiyetini ben de bilirim lan, ondan n'olur ki?" sorularını soran, bunu ciddi ciddi soran arkadaşlar varmış. Ahtapot diyorum lan, ahtapot. Jöle kıvamında hayvan. 8 tane kolu var kafasına bitişik. Gidip Müller'ini, İniesta'sını mı bilecek?

Neyse efenim, kupa bitti, bu hayvan hatasız kapattı kupayı. Emekli olmuş diyorlar. 1.5 yıl ömrü kalmış, kalan ömründe de midyeye midye demeyecekmiş. Keşke 2-3 sene daha duraydı da, Euro 2012 için tahminlerini de alaydık... Neyse artık.

Aslında emekliliğini bizim "Bay Tahmin"de geçirse, "Paul abi kız arkadaşıma hediye almam lazım, bugünkü maçlardan güvendiğin 3 takımın midyesini yesen?" diye sorsalardı, "Cumartesi için güvendiği 2 maçı söylerse sevinirim" falan deseydi fantastik Bay Tahmin izleyicisi... Başka ahtapota inşallah.

Saha dışı böyle manyaktı işte. Saha içine tabii ki sonra değineceğiz...

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Ve Final...

Kupa finalleri yalnızca kupa mı kazandırır bir sporcuya? Yoksa madalya mıdır tüm turnuva boyunca akıtılan terin karşılığı? Hayır, asla...

Yıllarca büyük turnuvalarda nefis takımlara sahip olup nefis maçlar çıkaran, saçma ya da şanssız olayların ardından elenen iki takımın maçıydı aslında bu final. 2 kez finale kalmış, ikisinde de mağlup olmuş Hollanda ve finale dahi çıkamamış İspanya.



Maç öncesinde bizim "Yeniköy Kasabı" çok da gergin değildi açıkçası. "Final öncesi çok fazla değişiklik yapmayacağız, ayrıca bir antrenman programı ya da buna benzer bir şey düşünmüyorum" demişti Del Bosque. Yalnız onun söylediği tek bir şey benim çok ilgimi çekti. "Bu jenerasyonla kazanmak zorundayız, bir daha aynı yetenekte bir takım kurabilir miyiz bilmiyorum"...

Aynı adamların çıkması çok da zor değil aslında. Zira inanılmaz altyapı sistemi, altyapıdan çıkan tüm oyuncularının kendine güveninin tam olması ve takımda yer bulma kaygısının olmaması alt neslin milli takımı bu seviyede tutabilmesi için oldukça mühim. Kaldı ki, İspanyolların özgüveni bir daha gitmemecesine geldi finalin ardından.



Diğer tarafa baktığımızda ise çok farklı bir tablo gördük. İspanya'dan çekindiğini gösteren açıklamalar yapan Bert van Marwijk, "favori İspanya'ya göre oyununuzu şekillendirecek misiniz?" benzeri sorulara "Kesinlikle hayır" cevabını vermişti basın toplantılarında. Ne de olsa total futbol diyarından geliyordu "Portakallar". Barcelona'yı duvara karşı bırakan İnter gibi oynamayacaklarını, kendi futbollarıyla kazanmak istediklerini söylemişti Marwijk. Biz de inandık!



BBC'nin maç için seçtiği başlık ve resim çok manidar hakikaten. Aynen bir üstteki resmi "Maç Sonunda Hollanda Hakemden Şikayetçiydi" başlığıyla verip, bayağı bir dokundurdular Hollanda'ya. Aslında bu "çıkan kısmın özeti", canı çıkacaktı İspanyolların özellikle ilk yarıda. İnanılmaz sert bir savunma futbolu, yıldırmaya ve pas oyununu bozmaya dayalı bir tel örgü çekmek istedi turuncular. Tabii hücumda da amaç, Sneijder'ın paslarında Robben'i kaçırmaktı. Kaçırdılar da, lakin dengesizliği tuttu Robben'in final maçında.

"Hiç değilse alan savunmasıyla büyülemişti bizi İnter!" haykırışları arasında, tepkiler derya olmuşken maç bitiverdi. Ne hakem, ne oyuncular ne de teknik direktörler çok bir şey yapmadı aslında 90 dakikada.

Aslında onlarca dakika önce görmesi gereken kırmızı kartı, uzatmalarda, hiç alakası olmayan bir pozisyonda gördü Hollanda. Heitinga'nın o pozisyonda İniesta'ya dokunmadığı açıktı, ancak pek de seçilemiyordu o açından.



Hakemin maçın içine ettiği an aslında çok önemsiz gibi gözüken ama kupanın sahibini belirleyen bir hatayı kapsıyordu. Sneijder'ın kullandığı serbest vuruş gayet devasa bir temasla kornere gitmiş olmasına rağmen, Howard Webb nedendir bilinmez, aut kararı verdi. Ve olaylar gelişti...



Bizler "guoooool" diye bağırırken, İniesta'nın atletindeki yazıyı okuyunca o tribün havası yerini hüzne bırakmadı değil hani. "Sonsuza dek hep bizimle olacaksın Dani Jarque" yazıyordu. Ve her şey daha güzeldi artık. Daha anlamlı bir gol, her şeyden daha büyük bir jest...

Ve İspanya dubleyi yaptı. Kahin Ahtapot Paul bir kez daha bildi. İlk kez bir takım, dünya kupasında ilk maçını kaybettikten sonra şampiyon oldu. Hollanda ilk bir maçlarında kazanamadılar bu dünya kupasında ve ilk kez mağlup oldular 22 maç sonunda. Sneijder bir sene içinde kulüp takımıyla tüm kupaları aldıktan sonra, dünya kupasını da alan ilk futbolcu olma şansını kaçırdı...



Tebrikler İspanya! 1998-2000 Fransa'sı olmaman dileğiyle...