6 Mayıs 2010 Perşembe

Lanet mi desek adına?



Fenerbahçe'den yine aynı senaryoyu izlediğimiz bir Türkiye Kupası finali daha geride kaldı. Fenerbahçe'nin son yıllarda, Türkiye Kupası finalinde yer almak için olağanüstü performanslar gösterdiğini (Aragones'in sezonunda bile yarı finale kadar gol dahi yemeden gelinmişti) ancak ne oluyorsa final maçında kupanın rakibe adeta teslim edildiği bir oyun sergilendiğini görüyoruz.

Açıkçası maç başlamadan önce de Fenerbahçe'nin kazanacağına dair bir ümit taşımıyordum. Çünkü Daum'un Fenerbahçe'sinin biri Galatasaray'a biri de Beşiktaş'a olmak üzere kaybettiği iki final gözümün önünde canlandıkça ve takımın bu sene Daum'un hatalarının bir çoğunu nüksettirdiğini göz önünde bulundurunca galibiyeti ister istemez Trabzonspor'a vermiştim kafamda. Maç başladığı zaman gördüğüm Fenerbahçe'ye yine de şaşırmadan edemedim.

Bir takım nasıl bu kadar teslimiyet içinde ve dağınık bir görüntü sergileyebilir anlamak mümkün değil. Tamam belki Trabzonspor'un ve de özellikle Şenol Güneş'in bu sezon kazanabileceği tek büyük başarı bu kupaydı, Bordo-Mavili ekip de buna göre hazırlandı ve sahaya çıktı. Fakat Fenerbahçe'nin de şampiyonluktan ziyade bitirmesi gereken bir hasret vardı ve bu takım bu hasreti bitirmekten çok ama çok uzaktı.

İlk yarı sonunda Trabzonspor'un 14 şutu vardı, ancak bunların 3'ü isabetli olduğundan soyunma odasına golsüz beraberlikle gidildi ve ikinci yarı Alex'in golü gelince Fenerbahçe'nin her zaman yaptığı gibi maçı uyutarak alacağını düşünmedim değil. Ancak sağ olsun Fabio Bilica, kafa topuna çıkan Umut Bulut'un arkasından koştuğu için eşitlik sağlandı. Ne hikmetten olduğu bilinmeyen bir Emre - Deivid değişikliği de Fenerbahçe'nin güç düğmesini 0'a çevirdi adeta.

Gidip de gelemeyen bir Gökhan Gönül'ün kanadından gelen Engin Baytar'ın, Diego Lugano'ya attığı halı saha çalımı ve tarlada gezer gibi attığı şut Trabzonspor'a hak ettiği galibiyeti getirmişti bir de üstüne Gustavo Colman'ın golü gelince Trabzonspor alın terini akıtarak Fenerbahçe'nin ocağında incir ağacı çıkarttığını tescilledi.

Temiz bir mücadele ile alınmış bu galibiyete alkış tutmak boynumun borcudur. Trabzonspor'u tebrik ederken şunu sormadan edemiyorum: Bu muydu rakibi öpecek takım? 28 yıllık hasreti bile sona erdiremeyecekse ne yapacak bu takım? Güiza'ya ise diyecek laf bulamıyorum, hakikaten dünyada gördüğüm en beceriksiz ve futbol görüşü zayıf santraforlardan biri. Kaptan Alex ise yine görevini yaptı, futbol zekasını konuşturdu ve Onur'u da avları arasına kattı. Takımı rahatlattı, üç kişi arasından da çıktı; o yüzden onun bu maçtaki yalnızlığına üzüldüğümü söyleyebilirim.

Bence Fenerbahçe şampiyonluğu da kaybedecektir, çünkü futbol takımında herhangi bir dirayet ve itici güç belirtisi gözükmüyor. Umarım yanılırım da Fenerbahçe diri bir görüntü ile ligi şampiyonlukla bitirir; yoksa sen haftalardır gol yeme git Trabzonspor'dan 3 ye bir de üstüne telafi edeme, o zaman kıyamet kopar işte.



Bu arada -belki Fenerbahçe'nin pasifliğinden de olmuştur- ilk defa hakem konuşulmadı değil mi? Kaybeden taraf hakemlere suç atmadı, çünkü atamadı. UEFA'nın da Hamburg - Fulham gibi son derece gergin bir yarı final maçına hem de ilk maçın rövanşına layık gördüğü Cüneyt Çakır, kimsenin aklında soru işareti bırakmayacak bir maç yöneterek Türk milletinin genelinin üstünde bir insan olduğunu da kanıtlamış oldu aslında.

0 Comments: