Her şey burada başlar işte. Halı sahalara asılan pankartı gören babalar o anda kafaya koyarlar, "dur bizim oğlanı da yazdırayım şuraya, güzel oynuyor velet" diye geçirirler içlerinden. O güzel oynayan veletlerden en büyük potansiyele sahip olanlar seçilir, ve belki de ülkenin her haftasonu konuştuğu adam olur bazıları...
Sadece futbol öğretilmez bu çocuklara orada. Takım için çalışmak, sporu sevmek, zihnen ve bedenen geliştirmektir ama genelde. Kiminin annesi alır sonra altyapıdan, "çocuğumun boyu kısa kalacak" diye, kimi de ilgisini yitirir futbola karşı. Kalanlar?
Şut tehdidi olan, genç, milli takımda oynayabileceğini göstermiş, mantıklı cümle kurabilen (ki bence acaip önemli), ayağının ayarını kaçırmayan, ofansif özelliğiyle hücumda da kullanılabilecek (en azından lig maçlarında), muhtemelen ortaları ve uzun pasları Caner'den kötü olmayan bir oyuncudur kendileri. İyidir, gereklidir transferi sol tarafa, peki gidenler?
Defans çıkaramayan güzel ülkemin en güzide altyapısı olarak kabul edilen Galatasaray altyapısının 4 önemli ürünü, kendisi için takasta kullanıldı. Üstüne bir miktar para verildi vs... bunların pek önemi yok. 2si defans göbeğinde oynayan, biri ecnebinin "offensive allrounder" dediği, diğeriyse yıllardır anadolu turu yapan 4 genç, tek bir oyuncu için yollandı.
Tamam, belki yeterli potansiyelleri yok, belki daha elzem olan A takım için oyuncu alma yolunda her şey mübah, ama biraz yukarda yazdığım gibi, kalanlar ne olacak?
Şimdi siz Anıl Dilaver olsanız, Cem Sultan olsanız, Berkin Arslan olsanız düşünmez misiniz "oha! yahu seneye bizi de Murat Ceylan (örneğin) için Gaziantep'e göndermesinler?!!" diye? hepsi Arda Turan, Emre Çolak ya da kötü bir örnek olsa da Emre Belözoğlu olamayacak evet, ama A takım oyuncusu olmak için içlerindeki isteği öldürmek, "ya beni de takasta kullanırlarsa" diye içlerine kurt düşürmek ne derece doğru?
Peki takas olayını bir kenara bırakalım. 22 yaşında, oldukça kalıplı, geleceğin Hakan Şükür'ü olacak denip denip kiralık yollanan bir Özgürcan var diğer yanda. 2 sene önce Sakaryaspor'da 31 maçta 18 gol attı 2. lig'de. ne oldu sonra? 2 tane forveti olan Galatasaray onu 3. forvet olarak dahi düşünmedi. Hala geziyor şehir şehir.
Şimdi siz az önce yukarda saydığım gençlerden olsanız, nasıl bir psikolojiye sahip olurdunuz? A takıma çıkmadan kiralık gönderilmek doğal elbet, ama bu durum, "ebedi kiralık" mertebesine yükseliyor çoğu örneğe baktığımızda.
Bilmiyorum, belki ben çok yanlış düşünüyorum, belki olaylar tamamen farklı... Ancak şöyle bir durum var, başarılı bir altyapı olmak için "geleceğin bilmemnesi" denecek oyuncuları çıkartmak, yetiştirmek yetmez, onları bir şekilde A takıma entegre etmeniz gerekir, yoksa yakında Bank Asya Lig'i tamamen Galatasaraylı dolacak...
26 Mayıs 2010 Çarşamba
Kiralık Gitmek Vs. Takasta Kullanılmak.
25 Mayıs 2010 Salı
Jean-Michel Aulas Lazım Bazen
Jean-Michel Aulas... 80'lerin ortasında, kendi halinde bir şehir takımı olan, 2. ligde yeni yeni tepelere oynamaya başlayan Lyon'un 1987 yılından beri sahibi ve başkanı...
Belki de L'Arbresle'de doğduktan sonra çalışmak için ve tabii yaşamak için seçtiği Lyon'u bambaşka hayal etti, "Burası bir futbol şehri olmalı" dedi. "İnterpol ordaydı di mi yav?" sorusundan daha fazlasını ifade etsin istedi insanlara Lyonnais şehrinin.
1991 yılında ilk kez ortaya çıktı Ligue 1'da Olympique Lyonnais. 5. bitirdikleri sezon sonrası, Jean-Michel Aulas ilk kez keyifle gülüyordu bir sezon sonrasında.
Altyapının önemi nedir, ne değildir bilmiyordu Türk futbolseveri, o zamanlar. Doğru transferlerdi bizim için Yugoslavlar. Milli takım az fark yediği zaman mutlu oluyorduk, attığımız her gole sevinmeye başlamıştık. Sonra yavaş yavaş bir şeyler oldu. Galatasaray Tanju'nun falsoları, Uğur'un deparları, Cüneyt'in müdahaleleri veya Prekazi'nin füzeleriyle yarı finale çıktı Şampiyonların arasından.
O zamanlarda Aulas ise altyapı kurmakta, tesis geliştirmekte, yatırımlarını adam gibi yapmaktaydı. 2. ligden aldığı takımı 1. Lig'in saygı duyulan takımı haline getirme yolunda büyük yol katetmişti.
Diğer yazılarımı okuduysanız, Galatasaraylı olduğunu anlamışsınızdır. Psg-Monaco ikilisinin bizden çektiği yıllara tekabül ediyor deli deli futbol takip etmem. Lyon'un ise adı sanı duyulmamıştı o zamanlar fazlaca. 90'lar başında sıradan bir orta sıra ekibi olan Lyon, 2000'lere yaklaştıkça kendini buldu aslında. Bu da yıllarca, ısrarlı şekilde, gündelik başarı gütmeden, yapılan altyapı planlarına uyan başkanın başarısıydı.
2000'lere geldiğimizde Galatasaray Uefa kupasını aldı, delirdik hepimiz. Commandante vardı, Popescu vardı, altyapıdan çubuklu tosun geliyordu hem... sırtı yere gelmezdi Galatasaray'ın. Lyon mu? Lyon kimdi be o zaman?
Aulas'da düğmeye basmıştı aslında tam o sıralarda. 2001-2002 sezonuyla birlikte 7 sene sürecek bir Fransa imparatorluğu olarak döndü 10-15 senelik yatırımlar, planlar başkana.
7 yılın içinde Fransa Kupası, Şampiyonlar Ligi yarı finalleri de var tabii. Kaldı ki, Oynanan futbol her şeyin önüne geçti bazı zamanlarda. Kendi yıldızlarını da yarattı Lyon. Juninho, Kallström, Sony Anderson, Sidney Govou, Malouda, Clerc vs...
Zamanla altyapı da coştu tabii o kadar akademiden sonra. Zaman zaman ilk 11'in 9'u altyapıdan oldu. Peki nasıl oldu bu?
Akademi dedik ya, anaokulu gibi Lyon akademisi. Çocuklar okula gider gibi gider, mentörlerine teslim edilir, futbol ve profesyonellik öğrenirler. Çoğu da daha 16 yaşına geldiğinde gelişip kendini bulur. Örnek mi? 16 yaşına gelmeden profesyonel olan Karim Benzema.
Yakın zaman örneği o tabii, ama sadece onunla sınırlı değil Lyon altyapısı. Yannis Tafer, Frederic Kanoute, Ludo Giuly, Hatem Ben Arfa, Miralem Pjanic, Anthony Mounier vs...
Daha başarılısı çıktıkça örnekler düzeldi, gençler daha da hırslandı. "Onlar gibi olabilirsin" sözü "Neden onlar gibi olmayayım?" sorusuna dönüştü gençlerde, böylece herkes memnun oldu. Ama en çok da başkan...
Jean-Michel Aulas'yı çok eleştiren oldu bu sezon. 7 yıllık imparatorluk bitince çöken sistem ve yaşlanan oyuncular değişti yeri geldikçe. Gregory Coupet gitti, Juninho gitti, Benzema Madridista oldu... Ve sezon başında belki de ilk kez bu kada para harcadı Aulas transfere. Lisandro Lopez, Gomis, Cissokho geldi. Kadronun bu sezonki yaş ortalaması 23.6'ydı.
Claude Puel çok bocaladı. O kadar bocaladı ki, Aulas onun arkasında duruyor diye Lyon taraftarları başkanlarına hiç olmadığı kadar kızdılar. Ama o bildiğini yaptı yine. Teknik direktörüne inandı ve sonuç güzel oldu... Şampiyonlar Ligi yarı finali, Lig ikinciliği.
Yaş 23.6... Milan'ın yarısı eder... Yine bir dirilişin ortasında Lyon... 2 sene sonra bir 7'lik seri daha gelebilir yani...
21 Mayıs 2010 Cuma
Premier League'de Yılın Adamı
Alkışa, takdire şayan olduğu şüphesiz çok açık Harry amcanın. Hem Portsmouth taraftarının, hem de Southampton taraftarının (ki ezeli rakip değil, ebedi düşmandır bunlar) nefretini kazanmış, hem de bunu ikisini de yöneterek, hatta bir tanesini imkansız gibi gözüken bir görevi üzerine alıp, neredeyse son maçta ligde tutacak kadar başarılı şekilde yapmış (southampton) bir teknik adam. Her şeyden önemlisi, bir futbol adamı Harry Redknapp.
Portsmouth'u Premier League'e çıkardıktan yaklaşık 2 yıl sonra Southampton'ın başına geçtiğinde, "seneye bir Championship takımı çalıştırıyor olacak" yorumları yapılmıştı. Zira hakikaten rezalet bir takımdı Southampton.
Sonra tekrar Pompey oldu takımı Harry amcanın. Şöyle düşünün, Fenerbahçe-Galatasaray-Fenerbahçe benzeri bir trafik.
Portsmouth ile birlikte 2007-2008 sezonunda FA Cup'ı kazandı. Çok da üst düzey olmayan bir takımla aldığı bu başarı, West Ham ile birlikte İntertoto birincisi olduğu sezondan bu yana geçirdiği en iyi sezonu yaşattı belki de.
Ve belki de hiç olmayacak bir iş oldu, 5 milyon poundluk bir tazminat ile birlikte, Spurs'ün yeni menajeri oldu 2008 Ekiminde.
Tottenham o aralar bir garipti aslında. Jermain Defoe, ki her futbolseverin bildiği üzere bayrak adamlarından biridir Tottenham'ın 9.3 milyon pounda Portsmouth'a satılmıştı, bir sene sonra 16.4 milyona geri alınmak üzere...
Yok yok, hakikaten garipti Tottenham o aralar... Keane de 24 milyon'a Liverpool'a gidip, yarım sezon sonra geri dönmüştü aynı sezon. Arka arkaya 2 sezonda, transfer gelir-gider dengesi "-132 milyon pound"u gösteriyordu, başarılar pek yakın görünmüyordu, harcamaların ardından heveslenen taraftarlar, sabırsızlanmaya başlamıştı...
Harry Redknapp'in işi zordu anlayacağınız, yine. Tam 109 değişiklik yaptı 2.5 sezonda Tottenham kadroda. Kiralık gidenler, alınıp gönderilenler, bekleneni veremeyip zararına gönderilenler vs...
Bu denli fazla oyuncu "ticareti" sonrası normaldir eleştirilmek. Eleştirildi Harry Redknapp, zaman zaman çok başarısız olduğu söylendi, zaman zaman kendisine tanınan imkanları kullanamadığından. Gerçi bizde olsa "Heri adam değil" ya da "Heri adamsa totnımı şampiyon yapsın" geyikleri yapılırdı. Ya da eleştiriler sonrası kovulurdu belki de, bilinmez.
Bu sene takımını 4. yaptı Harry Redknapp. Şampiyonlar Ligi vizesi aldı uzun süredir bunu aşkıyla yanıp tutuşan Tottenham. Ve yılın teknik adamı seçildi Premier League'de.
İşte size bir başarı, bir sabır öyküsü.
Uzun mu oldu? "Özet geç"eyim;
Portsmouth'tan Southampton'a geçmek 20000 beddua,
Southampton'dan Portsmouth'a geçmek 20000 beddua,
Portsmouth'tan Spurs'e geçmek 5 milyon pound,
2.5 senede istediğin takımı oluşturmak için edilen zarar 132 milyon pound,
O kadar eleştirilip, İngiliz esprilerine konu edildikten sonra Spur'ü 4. yapıp Şampiyonlar Ligi'ne gitmek;
PAHA BİÇİLEMEZ!
18 Mayıs 2010 Salı
Bosman Nerede, Biz Oradayız
Transfer yapılırken öncelikle fiyatına bakılır elbet. Bütçeyi aşıyorsa nasıl alacaksın değil mi? Lakin fiyatına bakacağın oyuncunun da takımın ve teknik direktör'ün oyununa uyup uymayacağı da önemlidir.
En güzel transferin Bosman kuralıyla yapılan olduğu konusunda tüm Football Manager oyuncuları mutabıktır sanırım. Kaldı ki o oyununun en güzel yanlarından biri de "free" oyuncu alıp, 2 sezon sonra dünya devlerine satmaktır feci paralara...
Bugün 2 transferini kamuoyuna duyurdu Galatasaray; uzun süredir Porto, Sporting Lizbon gibi takımlarla adı geçen Serdar Özkan ve yeni "Hakan Şükür tarzı forvet" tanımını doldur(t)acak Mehmet Batdal.
Galatasaray'ın forvet açığı olduğu aşikardı sezonun 2. yarısında. Sırf taraftar infial yaratmasın diye, sene sonunda gideceği bilinmesine rağmen takımda Nonda'nın yerine tutulan Kewell (ki büyük bir yanlış oldu...olmuş yani) ve Jo alındı alelacele. Gio'da zaten takıma alışana kadar takım kendinden geçti, hedeflerden uzaklaşıldı. Forvet eksikliği, hesap yanlışları feci vurdu bu sezon Galatasaray'ı yani.
Öte yandan, sezon başında birçok Galatasaray taraftarı gibi benim de takımda kalıp 3. santrfor olması beklediğim, 2008-2009 sezonunda Bank Asya Ligi'nden düşen Sakaryaspor'u 31 maçta attığı 17 gol ile neredeyse ligde tutacak Özgürcan Özcan, bu sene de pişmeye devam etti. Ve şimdi, yerine Mehmet Batdal geldi.
Bilmiyorum tam olarak hesap nedir, belki de Baros, Batdal ve Özgürcan üçlüsü taşıyacak bu sezon Galatasaray'ı... O yüzden planları tam öğrenmeden ahkam kesmeye hacet yok. Lakin görünüş, Özgürcan'ın Anadolu turnesine devam edeceği şeklinde, tabii baklava reddetmezse...
Madem Batdal hakkında yorum yaptım, Serdar Özkan'a da döneyim. Youtube'ü açıp baktığımızda, bu abimiz için "turkish messi", "great player" gibi başlıklar çıkıyor karşımıza. Çalımlar, egsantrik paslar vs...
Ama gelin görün ki, paslar veya çalımlardan sonra tak diye kesiliyor vidyo, devamı yok yani. Neden? Çünkü ne Serdar Özkan, ne de bir başkası bu pozisyonlardan gol çıkarabiliyor. Zaten eleştiri de burada başlıyor.
"Çalım atmayı ondan öğrendim" demiş Arda Turan onun hakkında. "Aslında Arda'dan daha büyük yıldız olacaktı, n'oldu biz de anlamadık" diyor otoriteler onun hakkında. "Beklenen patlamayı yapamadı, aslında çok iyi oyuncu" diyor Beşiktaş taraftarları onun hakkında. Tanıdık geldi mi? Aydın Yılmaz, Okan Koç...
Son vuruşlarını değil, sanırım oyun görüşünü, futbol anlayışını değiştirmesi gerecek Serdar Özkan'ın Galatasaray'da. O zaman göreceğiz Rijkaard'ın sistemine uyacak mı uymayacak mı... "Total futbol için, total değişim" olmalı Serdar Özkan'ın yeni mottosu yani...
Son bir paragraf da Galatasaray Yönetimi'ne, ya da transfer komitesine; ortasahayı elden geçirmeden yapacağınız her alışveriş size tepki kazandıracak, topladığınız bu tepkilerle mutsuz olacaksınız...
17 Mayıs 2010 Pazartesi
Leo Messi
Ne yalan söyleyeyim, Barcelona'yı sevmem ben pek. Ha diyeceksiniz ki, futbol seviyorsan, Barca'yı da seversin, e doğru orası.
Sezonun bitmesine daha 2-3 maç kala La Liga'nın puan rekorunu kırıp şampiyon olan bir takım, İnter'e elenmesinin tek sebebi "duvara karşı" olan bir takım, kral kupasından elenmesi sıkışık döneme rastlayan bir takım Barca.
Sezon kötü mü geçti? Kesinlikle hayır. Ama şunu söylemek lazım, çok büyük hesaplama yanlışlarıyla girdi bu takım seneye...
Herkesi aklına Eto'o-İbra takası gelecek şimdi. Kısmen ondan yola çıkacak olsam da, başka bir yere gitme amacındayım. Herkesin bildiği gibi, Eto'o, Real Madrid nefretiyle çalışan bir adam. Hızlı, Barça sistemine uygun, deparları ve son vuruşları mükemmel olan biri. Lakin İbrahimoviç'e gelince... İbra daha çok İtalya Ligi'ni yatkın bir adam gibi geliyor bana. Top saklar, vücudunu kullanır, arada eksantrik hareketler yapar. Ama ne Eto'o gibi alan boşaltabilir, ne de onun gibi seri olabilir. Bence Pep Guardiola'nın düşüncesi, Messi ve Henry ile hızlı çıkıp, İniesta ve Xavi'nin onlara atacağı paslara İbra'yı duvar olarak kullanmaktı. Ya da bana öyle geliyor ne bileyim. Olmadı işte. Hem ibra La Liga'ya alışamadı, hem sisteme uymadı. Atamadı, atamadıkça morali bozuldu, morali bozuldukça oyundan alındı...
İşte asıl mesele bu. Yerine giren hep Bojan oldu, bazen de Jeffren. Ancak, zaten "Barça ile oynuyoruz, oyunu kilitliyoruuuz..." düsturu ile oynayan rakipleri bu tip gençlerle açma fikrinde hastalık vardı. İkincil bir etkili forvet eksikliğini çekti Barça.
Sanki gol sıkıntısı çekmişler gibi yazdım. Kesinlikle öyle değil, zaten başlığa bakan, sezonu iyi takip eden görür bunu. 2. forvet ihtiyacında Messi çıktı hep sahneye. Hem gol kralı oldu, hem attı hem attırdı. Tüm senenin skor yükünü tek başına çekti neredeyse. Ya onun gibi 25-30 gol istatistiğine ulaşabilen bir başkası olsaydı?
Messi böyle devam edecek gibi, her ne kadar resimdeki Messi'yi kucaklayan abimiz onun Güney Afrika'da başarısız olması için elinden geleni yapsa da kadro seçiminde, sanırım Maradona'yı her alanda geçecek Leo.
Haa bu arada, şu Altın Ayakkabı'yı bir numara büyük verin Messi'ye, seneye de giyer...
16 Mayıs 2010 Pazar
Kansız İhtilal...
Bilen bilir, 27 yıllık CHP 'hükümranlığı' 1950 Mayıs'ında Demokrat Parti'nin iktidara gelişiyle son bulduğunda "Beyaz Devrim", "Kansız İhtilal" gibi pek çok sıfat bu olaya layık görülmüştü. Bu akşam Turkcell Süper Lig'in sonucu da 4 takımın yıllar boyunca süregelmiş tekelinin son buluşuyla bu tarz isimlendirmelere şayan bence.
Bir Fenerbahçe'li olduğum için izlediğim maç Fenerbahçe-Trabzonspor karşılaşması oldu. Bu yüzden yorumlarımı bu maç üstünden yapacağım. Maçın ilk düdüğünden itibaren şampiyonluk için kenetlenmiş bir takım vardı sahada ve şanssız bir gol yiyip, bunu çıkaramama tablosu kendini tekrar etti.
Girilen bir çok pozisyon ya kaleci Onur'da ya direklerde ya da inanılmaz derecede cılız şutlarla sonlandı. Açıkçası bu kadar golün kaçıyor olması oldukça şaşırtıcı, hele ki Alex gibi 'Usta' olarak yere göğe sığdırılamayan bir oyuncunun biri dağa taşa biri de Onur'u bu geceki övgülere layık kılan ellerine gönderdiği iki şutunu gören Dunga 'Oh ne iyi etmişim' diye sevinmiştir.
Trabzonspor'un maçı bırakmayacağını biliyordum, ama oldukça geride kabul etmek zorunda kaldı oyunu. Burak'ın uzaydan gelen şutunu kaleye buyur eden Volkan ve onu babasının tarlasından karpuz çaldıracak kadar boş bırakan Vederson golün sorumlularıydılar, ardından garip pozisyonları gole çeviremeyen Fenerbahçe'li oyuncular şampiyonluğu bir 'asiye' kaptırdılar.
Bursaspor'u alkışlamamız şart, Şansal Büyüka vari bir cümle de ekleyeyim: "Yukarıda Allah var, çarpar adamı" Bu kadar 'büyük' ve her senenin belli olan favorileri arasından çıkmak ve şampiyon olmak her babayiğidin harcı olmasa gerek. Hele ki Anadolu kulübü olmak gibi bir dezavantaja sahipken bunu başarmak çoktan tarihe geçmişti, şimdi bunun üzerine bir de altın kaplama çekmiş oldular.
Beşiktaş'ın çok da önemsediğini düşünmediğim bir maçı da kazanarak, Fenerbahçe'nin yapamadığını yapıp birden fazla gol atarak şampiyonluğa ulaşan taraf oldular. Fenerbahçe'nin yanlış yönetim ve transfer politikası bir kez daha kendini göstermiş oldu, Futbol branşı da diğer branşlar gibi yalnızca oradan sorumlu kişilere bırakılırsa başarıdan söz etmek mümkün olacaktır.
9 Mayıs 2010 Pazar
Şampiyonlar Ligi Aşkına!
Ayak içi plaseleri şahı, topu sürerken çıkarılan anlık füzelerin babası, "kısa boylu çevik forvet"in canlı tanımlarından Fabrizio Miccoli...
Che dövmeli, hafif arızalı, "sevimli suratlı Gattuso çakması"dır Fabrizio Miccoli...
Juve'de olmadı, Fiorentina'da toparlayamadı, Benfica'da sıçrayamadı... Şimdi, 3 sene önce geldiği Palermo'nun her şeyi.
Kendi evinde yenilgisiz 3 takımdan birinin hedef santrforu, Serie A takımlarından birinin "nihayet" aranan, bayrak adamı...
Ne dersiniz, Şampiyonlar Ligi yakışmaz mı bu adama sonunda?
Bari'den yeni Totti olması için gelmişti Roma'ya 19 yaşındaki Cassano... Bekleneni verdi, verdi ki, Real Madrid'e kapıldı henüz gençken. Çoğu zaman olduğu gibi de Madrid'den boynu bükük ayrıldı. 2007/2008 sezonunda kiralık olarak geldiği Sampdoria'da tutunmak son çaresiydi, öyle de oldu. 3 sene önce geldiği Sampdoria'nın en büyük yıldızı şimdi.
Yeni Totti olmadı, Raul olmaya niyetlenip kariyerini tehlikeye attı belki ama, kendisi olmaya çok da geç dönmedi Antonio Cassano.
Kendi evinde yenilgi almayan 3 Serie A takımından birinin "nihayet" her şeyi...
Ne dersiniz, Şampiyonlar Ligi yakışmaz mı bu adama sonunda?
PALERMO SAMPDORİA'YI KONUK EDİYOR BUGÜN 16:00'DA.
NE DERSİNİZ, YAZIK OLMAYACAK MI İKİSİNDEN BİRİNE?
Yazar szanoanculum Zaman: 11:10
8 Mayıs 2010 Cumartesi
İbrahimoviç
ÖNCE!
SONRA
*Gay misin?
-Kız kardeşinle benim eve gel ve gör bakalım gay miyim!
DAHA SONRA
"İbrahimoviç'in ilk yapması gereken okula gidip, iyi bir eğitim almak. Maçoluğa ve bu tip sözlerin kullanılmasına karşı uzun zamandır mücadele veriyoruz. Umarım, kulüp başkanı Laporta, İbrahimoviç'i özür dilemeye zorlar ve Guardiola da ona birkaç söz söyler'' ( MİGUEL GOMEZ- COGAM EŞCİNSELLER DERNEĞİ BAŞKANI)
İşte 4 gün içinde olanlar...
7 Mayıs 2010 Cuma
Totti ve Barış
İtalya Kupası finalindesiniz... Oyuna sonradan giriyorsunuz, ama farkı yok, 1-0 geridesiniz ve tek amaç, maç sonuna kadar golü kovalamak. Rakibiniz, ligde son haftalara girilirken önünüzde, ezeli rakibinize karşı sizinle dalga geçer gibi bir galibiyet almış geçtiğimiz lig maçında... Kaptansınız, sonuna kadar savaşmasını öğütlemeniz gereken bir takım var sahada. Evet, ucunda bir kupa var belki, ama sadece bu değil. Son 3-4 sezonda, ligdeki hiçbir takımı umursamadan, rahat rahat şampiyon olan, artık en büyük handikapı olan Şampiyonlar Ligi başarısızlığını da aşmış bir takım var karşınızda. Bu maçı kazanan sadece kupayı değil, aynı zamanda moral üstünlüğünü de alıp götürecek.
6 Mayıs 2010 Perşembe
Lanet mi desek adına?
Fenerbahçe'den yine aynı senaryoyu izlediğimiz bir Türkiye Kupası finali daha geride kaldı. Fenerbahçe'nin son yıllarda, Türkiye Kupası finalinde yer almak için olağanüstü performanslar gösterdiğini (Aragones'in sezonunda bile yarı finale kadar gol dahi yemeden gelinmişti) ancak ne oluyorsa final maçında kupanın rakibe adeta teslim edildiği bir oyun sergilendiğini görüyoruz.
Açıkçası maç başlamadan önce de Fenerbahçe'nin kazanacağına dair bir ümit taşımıyordum. Çünkü Daum'un Fenerbahçe'sinin biri Galatasaray'a biri de Beşiktaş'a olmak üzere kaybettiği iki final gözümün önünde canlandıkça ve takımın bu sene Daum'un hatalarının bir çoğunu nüksettirdiğini göz önünde bulundurunca galibiyeti ister istemez Trabzonspor'a vermiştim kafamda. Maç başladığı zaman gördüğüm Fenerbahçe'ye yine de şaşırmadan edemedim.
Bir takım nasıl bu kadar teslimiyet içinde ve dağınık bir görüntü sergileyebilir anlamak mümkün değil. Tamam belki Trabzonspor'un ve de özellikle Şenol Güneş'in bu sezon kazanabileceği tek büyük başarı bu kupaydı, Bordo-Mavili ekip de buna göre hazırlandı ve sahaya çıktı. Fakat Fenerbahçe'nin de şampiyonluktan ziyade bitirmesi gereken bir hasret vardı ve bu takım bu hasreti bitirmekten çok ama çok uzaktı.
İlk yarı sonunda Trabzonspor'un 14 şutu vardı, ancak bunların 3'ü isabetli olduğundan soyunma odasına golsüz beraberlikle gidildi ve ikinci yarı Alex'in golü gelince Fenerbahçe'nin her zaman yaptığı gibi maçı uyutarak alacağını düşünmedim değil. Ancak sağ olsun Fabio Bilica, kafa topuna çıkan Umut Bulut'un arkasından koştuğu için eşitlik sağlandı. Ne hikmetten olduğu bilinmeyen bir Emre - Deivid değişikliği de Fenerbahçe'nin güç düğmesini 0'a çevirdi adeta.
Gidip de gelemeyen bir Gökhan Gönül'ün kanadından gelen Engin Baytar'ın, Diego Lugano'ya attığı halı saha çalımı ve tarlada gezer gibi attığı şut Trabzonspor'a hak ettiği galibiyeti getirmişti bir de üstüne Gustavo Colman'ın golü gelince Trabzonspor alın terini akıtarak Fenerbahçe'nin ocağında incir ağacı çıkarttığını tescilledi.
Temiz bir mücadele ile alınmış bu galibiyete alkış tutmak boynumun borcudur. Trabzonspor'u tebrik ederken şunu sormadan edemiyorum: Bu muydu rakibi öpecek takım? 28 yıllık hasreti bile sona erdiremeyecekse ne yapacak bu takım? Güiza'ya ise diyecek laf bulamıyorum, hakikaten dünyada gördüğüm en beceriksiz ve futbol görüşü zayıf santraforlardan biri. Kaptan Alex ise yine görevini yaptı, futbol zekasını konuşturdu ve Onur'u da avları arasına kattı. Takımı rahatlattı, üç kişi arasından da çıktı; o yüzden onun bu maçtaki yalnızlığına üzüldüğümü söyleyebilirim.
Bence Fenerbahçe şampiyonluğu da kaybedecektir, çünkü futbol takımında herhangi bir dirayet ve itici güç belirtisi gözükmüyor. Umarım yanılırım da Fenerbahçe diri bir görüntü ile ligi şampiyonlukla bitirir; yoksa sen haftalardır gol yeme git Trabzonspor'dan 3 ye bir de üstüne telafi edeme, o zaman kıyamet kopar işte.
Bu arada -belki Fenerbahçe'nin pasifliğinden de olmuştur- ilk defa hakem konuşulmadı değil mi? Kaybeden taraf hakemlere suç atmadı, çünkü atamadı. UEFA'nın da Hamburg - Fulham gibi son derece gergin bir yarı final maçına hem de ilk maçın rövanşına layık gördüğü Cüneyt Çakır, kimsenin aklında soru işareti bırakmayacak bir maç yöneterek Türk milletinin genelinin üstünde bir insan olduğunu da kanıtlamış oldu aslında.
2 Mayıs 2010 Pazar
Alex'in olursa iyi olur yeğen...
Fenerbahçe - Eskişehirspor karşılaşması, Turkcell Süper Lig'in bitmesine 3 hafta kala zirvenin seyrini derinden etkileyecek önemli bir maçtı. Açıkçası son birkaç yıldır gerekli maçlara asılmadığı için şampiyonluğu kaybeden ve yaptığı yanlış transferlerin bedelini ağır biçimde ödeyen bir Fenerbahçe'nin varlığı bu maçtan önce beni tereddütle doldurmuştu.
Fakat Fenerbahçe'nin ilk düdükle başlayan temposu çekincelerimi ortadan kaldırdı. Arka arkaya gelen pozisyonlardan sonra, Alex'in kendisinden artık yıllarla ölçülen sürelerdir beklediğimiz frikik golünün gelişi Rıza Çalımbay'ın hafta içinde yaptığı açıklamalara ters bir konsantrasyon gösteren Es-Es'in fişini çekmeye yönelik ilk hamleydi.
Bundan sonra Fenerbahçe'nin geri çekilip, 77 dakika geçen haftalarda yaptığı topyekün savunma uygulamasına dönmesini bekledim; ama durum böyle olmadı ve Fenerbahçe, taraftarının desteğiyle ataklarına devam ederek Özer Hurmacı'nın ısrarla takip ettiği toptan ve günün hatalı ismi kaleci İveşa'nın yanlış hamlesinden doğan ikinci gol skoru netleştirince Fenerbahçe tempoyu geçen haftalara kıyasla daha yüksek bir düzeye düşürdü.
Avrupa'da başarısız olduğunu düşünsem de Christoph Daum'un Türkiye'yi tanıması konusunda hakkını teslim etmem gerekiyor. Fenerbahçe'nin oyun düzeni, bir zamanlar Lucescu'nun uyguladığı taktiğe benzer bir şekilde, sanki geri çekilmiş ve rakibi tarafından sindirilmiş izlenimi veren, ama oyunun tempo ayarlayıcısı ve kontrol sahibi tarafı olma şeklinde şu ana kadar kusursuz işliyor. Fenerbahçe ilk yarıda mağlup olduğu takımların hepsiyle hesabını bir bir kapatıyor.
Türkiye Kupası Finali
İlginç şehir ve saat seçimiyle son yılların belki de şüphelere, komplo teorilerine, şaşkınlıklarına en açık Fortis Türkiye Kupası finalinin Fenerbahçe için ne denli önemli olduğunu söylemeye tabii ki gerek yok. Trabzonspor'un da şu an tutunacağı tek dal bu kupa olduğu için, iki taraf arasındaki çekişme ve husumet de göz önünde bulundurulduğunda, oldukça gergin bir maç bizi bekliyor.
Fenerbahçe'yi yine galibiyete yakın görsem de Türkiye Kupası'nda saçmalama özelliğinden ötürü pek de ümitli değilim. Fakat bu sene Daum'un zor maçlarda uyguladığı iyi taktikler Fenerbahçe'ye önemli galibiyetler getirdi. Bu sebepten ötürü bunlara bir yenisinin eklenmesi şaşırtıcı bir sonuç olmayacaktır, ama Trabzonspor bir kez daha kupayı müzesine götürürse bunun da beklenmedik olduğunu söyleyemeyeceğim.
Alex de Souza & Selçuk Şahin
Bu iki adam hakkında da söyleyeceklerim var sevgili okurlar. Alex herhalde Türkiye istatistiklerinde gelmiş geçmiş en iyi yabancı oyuncu, Fenerbahçe'nin 'futbol' oynamadığı maçların çoğunu kazandırmayı bilmiş ve özellikle kaptanlık pazubandını da aldıktan sonra pek gözükmediği Avrupa kupalarında da önemli işler yapmış bir futbol adamı.
Fenerbahçe o olmadan pek bir varlık gösteremiyor. Verdikleri için kendisine müteşekkirim ve takımın hala ihtiyacı olduğunu düşünüyorum; ama -bence- Anelka gibi yıldızların Fenerbahçe'de silik kalmasına neden olan, tek adamın yokluğunu kapatamayan 11 futbolcu gibi rezil tabloların oluşmasına sebebiyet veren Alex bağımlılığı da son bulmalı. Bu akşamki oyununu çok beğendim, gerektiğinde top çalması, öldürücü pasları ve şutlarıyla gereğini yerine fazlasıyla getirdi.
Selçuk Şahin... İşte -bence- bu adamın önünde saygıyla eğilmek gerekiyor. Fenerbahçe'ye geldiği zaman Maraton Alt VIP tribününden kendisine düzülen methiyeleri dinlemek zorunda kaldı, tartışıldı, hakaretlere ve haksızlıklara uğradı, Real Zaragoza'nın Movilla'lı, Galetti'li, David Villa'lı hücum hattına tek başına set çekmek zorunda kaldığı için yuhalandı vs. vs. Fakat bunların hiçbiri Selçuk'u küstürmedi ve o artık Fenerbahçe orta sahasını toparlayacak yerli isimlerin başında geliyor. Benim için gecenin bir diğer adamı da oydu.
1 Mayıs 2010 Cumartesi
Futbolun Akademi Ödülleri
- Luis Suarez (Ajax) 51 46 24
- Leo Messi (Barcelona) 51 41 11 (bi numara büyük alsın, böyle giderse seneye de giyer)
- Didier Drogba (Chelsea) 45 34 15
- Wayne Rooney (Man. Utd.) 46 34 7
- Antonio Di Natale (Udinese) 37 25 6