31 Ocak 2010 Pazar

O Son Berberi Çıldırtmayacaktık Abi...


"Ne sevimli adam be bu" demiştik geldiğinde...Ailemizin tipik sevimli almancısı olur diye pek ilişmedik. Lakin...

Evet sevgili Barış Özbek, belki bu takımın en çok koşanısın, belki Galatasaray'ın Gatusso'su dediğimiz adamsın, ancak buraya kadar.
31 Ocak 2010 tarihli Denizlispor-Galatasaray maçı göstermiştir ki, Barış Özbek kendini düzeltmezse, bu takımda oynayamaz.
Evet, oynayamaz. Yanlış duymadınız. Neden mi? Yok yav, performansla ilgili bir sıkıntı yok tabii ki. Ne mi sorun?
Saçlar!
Bu takım Abel Xavier, Lucas Neill, Harry Kewell, Sabri Sarıoğlu gibi nice karizmatik adam görmüşken, o saçlarla olmaz Barış.
"O saçlarla antrenmana mı gelinir? Pazartesi kesilmiş görücem o saçları..."
Not: Yazının bir yerinde bir tuhaflık yaptım da, çıkaramadım şimdi.

Maçlar biter,Yorumlar başlar..


Güzel bir futbol günüydü. Günlerden 31 Ocak Pazar.. İlk Fener'in attığı 5 tane güzel golle başladı futbol günümüz. Sonra Arsenal-Manchester maçıyla tam bir futbol maçı izledik. Harika bir maç güzel goller ve Ronaldo'dan sonra Nani Manchester da harika şeyler yapıyor. Attığı gol müthişti. İzlerken küfür bile ettim =). Sonra da başladı Denizlispor-Galatasaray maçı.. Jo ve Neill ilk on birde,Giovani yedek. Herkes heyecanlı..Maç başlıyor ve Reijkaard geçen günlerde dediğim gibi yapıyor; Elano ve M.Sarp ortada, Elano uzun top atıyor, sağda Barış'ım(!), solda Arda, forvet arkasında Emre Çolak ve ileride Jo. Sevdim bu dizilişi..Maç başladı ve Arda'yla kafa golü buldu Galatasaray. Barış asist yaptı! Ama sonra, bundan önce izlediğim iki güzel, gollü maçtan sonra çok çok sıkıcı gelmeye başladı. Jo böyle bir rahat falan,Arda yorgun gibi, Elano az topla oynuyor, Emre bir şeyler yapmaya çalışıyor ama olmuyor tabi. Neyse ilk yarı da bitti. 2. yarı Emre yerine Giovani girdi oyuna ve hadi bakalım güzel şeyler izleyeceğiz derken Denizli golü attı ve daha heyecanlı hale geldi maç. Hemen sonra Jo yine yerden bir vuruşla 2. golü attı(3-4 tane şut çekti hepsi yerden..). Golden sonra dedim artık farka doğru gider maç ama bir baktım Jo çıkıyor ve yerine defans Emre Güngör giriyor. Bu değişiklikle oyun içerisinde bir kaç mevki değişikliği falan filan sıkıcılığı arta arta maç bitti. Şimdii...Öncelikle Leo Franco yerine, haftaya kalede büyük yazarımız Szanoan'ı görebilirsiniz;çünkü daha iyi oynayacağını iddia etti. Barış'ı takımdan gönderin bence ya da saçlarını düzeltsin bir şey yapsın ya! Çok çirkin..Başkaa,, Reijkaard'a büyük bir takımı yönettiğini hatırlatın; bu kadar korkak oynanamaz! Arda'ya söyleyin kendine gelsin. Caner aklını kullansın biraz. Elano'ya deyin ki: " Sen bir futbolcusun ve futbolcu futbol oynamak için topu kullanır,pas mas bir şeyler yapar.". Ve sonra bütün Galatasaraylı futbolculara bağırın:" Siz Galatasaray'da oynuyorsunuz, bu oynadığınız futbol değil!". Belki kendilerine gelirler..Maçtaki sadece iki güzel şey bence Neill'in oynadığı güzel futbol ve Jo nun attığı ilk gol. Aradığı defansı buldu Galatasaray galiba...Fenerbahçeyi ve Nani'yi de ayrıca tekrar tebrik ediyorum.

27 Ocak 2010 Çarşamba

Galatasaray doymuyor..

Ara transfer dönemiyle birlikte transfer çalışmalarına başlamıştı Galatasaray,daha doğrusu Haldun Üstünel. Galatasaray Spor Kulübündeki önemi ve değeri yaptığı,başardığı transferlerle artan Haldun Üstünel, bir genç yeteneği daha Galatasaray'a getirdi. Jo'dan sonra eski Barça'lı, Rijkaard'ın eski öğrencisi, Giovani Dos Santos'u da sezon sonuna kadar kiralamayı başardı. 89 doğumlu olan bu genç yetenek,Barcelona ile futbol hayatına başladı ve 2008 senesinde Tottenham'a gitti.2009'da da Ipswich Town' a kiralık olarak giden Giovani burada 8 maçta 4 gol attı. Galatasaray'ın Messi'si olmasını bekliyorum açıkcası ve Jo dan sonra Giovaninin de gelmesi Arda'nın bir şeylerin farkına varmasını sağlamalı. Yoksa 1 ay sonra Arda-Messi kıyaslaması değil; Giovani-Messi yarışı başlayacak. Galatasaray'ın kadrosuna genel bir bakacak olursak; Baros,Nonda,Kewell,Keita,Arda,Elano ve yeni transferler Jo ve Giovani. (Hatta 1 yabancı forvet daha konuşuluyomuş.)Baros un sakatlığı hala geçmedi,sezonu kapadı neredeyse,Kewell da öyle. Nonda'nın yürüyecek hali yok.Elano'nun böbrek taşı varmış.Keita'nın milli takımdan gelmesini de dört gözle bekliyorum. Bu sakatlıklarla birlikte Galatasaray'ın en ideal hali şu olmalı; önde tek başına Jo. Arkasında,yanında Giovani, sağda Keita, solda Arda göbekte de Elano ve Mustafa Sarp. Geri dörtlüsü zaten belli. Buradan Rijkaard'tan tek bir isteğim var; Elano'yu oyun kurucu olarak oynatsın,Arda da direk açık olarak değil ortasahaya yani Elano'ya yakın oynasın. Xavi-Iniesta misali. Bu şekilde Galatasaray ligi açık ara önde bitirip şampiyonluğa ulaşacak. Tabi başka saçma sakatlık olmazsa..

Kewell'ın gönderilmesi konusu canımı çok sıkıyor. Ya o kadar altyapı var çıkartın oradan genç bir forvet, koyun Jo'nun yedeğine,gönderin Nonda'yı. Ama Kewell kalsın. Veya alın bir genç,Türk forvet yine aynı şeyleri yapın. Ama Kewell kalsın. Zaten Robinho da Santos'a kiralanacakmış. Başka bir şeye de gerek yok. Barcelona'da çıkartıyordu genç oyuncuları Rijkaard, hadi yapsana burada da..! Galatasaray baya iyi geliyor haberiniz olsun...

Böyle Dostun Olsun...


Hatırlayanınız vardır (sanki herkes 10 yaşında da), Chelsea'de kel bir forvet vardı. Hani o İtalyan olan...

Sampdoria'nın o enfes zamanlarında parlayan, sonra Juve'ye transfer olan, en sonunda da kariyerini tamamladığı Chelsea'ye gelen bir adamdı Vialli. Keldi, birçok İtalyanı düşünürsek, pek yakışıklı da sayılmazdı. Ama süper forvetti allah için. Çok uyuzluk yapmaz, topunu oynar, arada güzel goller atar (bilhassa aşırtma), atamasa asist yapar, onu da yapamazsa sorun yapmazdı.
Harika da bir kariyeri oldu abimizin, almadığı kupa kalmadı. Sağlam para yaptı ona da eyvallah. E normalde bu şartlarda ilgi manyağı, para ve şöhret delisi olmak gerekir. Ama o olmadı.
Bildiğiniz gibi, bizim de yazdığımız gibi, Ciro Ferrara Juve'deki koltuğundan olacak illa ki. Dedikodular bölümünde bir şey gördüm geçende; "Vialli, Ciro'nun koltuğuna talip". İtalyanlar da bizim gibi be arkadaşım, kardeşleri birbirlerine düşürürler evelallah.
Peki bu soru Vialli'ye sorulduğunda, o ne dedi biliyor musunuz? "Bunu yaparsam, kendimi bir arkadaşımın karısıyla yatmış gibi hissederim. o yüzden Ciro'nun yerine Juventus'un başına geçmem söz konusu bile olamaz".
Vay be abi, en asil duygunun insanıymışın...(yalnız tipin tam tersini söylüyo hocam onu diyeyim)
Not:Vialli en son 2001-2002 yılında Watford'u çalıştırdı. Şu anda İtalya'da Rıdvan Dilmen'lik yapıyor.

26 Ocak 2010 Salı

Eduardo Yaptı, O Da Başaracak!


Henüz ligin başında olduğunuzu, milli takımda her maçta görev alacak kadar formda olduğunuzu, şampiyonlar liginde forma giymek için sabırsızlanır, Premier Lig'in orta sıra takımlarından teklif alır halde olduğunuzu...Ve bunların hepsinin tek bir anda yok olduğunu, hayatta yapmak istediğiniz, yapmaktan en çok zevk aldığınız şey olan futbolculuğu dahi bırakmakla karşı karşıya kaldığınızı düşünün.

Marcin Wasilewski'den bahsediyorum. Anderlecht'in Polonya'lı savunma oyuncusu, ligin henüz başında oynadığı bir Standard Liege maçında korkunç bir sakatlık yaşamıştı. O korkunç sakatlığın futbol hayatını dahi bitirebileceği konuşuluyordu. Ama öyle olmayacak gibi görünmekte.
"Biraz geyik" diyoruz blogun başlığının altında...Bazı konular var ki insan tepki veremiyor bile, nasıl yorum yapsın, geyik yapsın. Ciddi olmak zamanı, böyle kötü zamanlar işte.
O korkunç andan sonra bile çok soğukkanlı kalıp, vakur bir tavırla bindirilmişti ambulansa. Peki bunu yapan?
Sözüm sana be Axel! Mide bulandırıcı hareketinden sonra bile itiraz edip, gülebildin ya, her gördüğümde küfür saydırır oldum cismine.
Neyse, konumuz Marcin. 5 ay geçti sakatlandığından bu yana. Belki de bir futblcunun geçirebileceği en kötü sakatlık...Arsenal'li Edu bile böyle hissetmedi belki...Bilemeyiz hiçbirimiz. Lakin hiçbirimiz bilemezken, 5 ay önce şöyle yorumlar okumuştum, "kendisi de kasap olan bir futbolcunun başına böyle bişey gelmesi çok ironik" ya da, "bence bile bile yapılmış bir hareket değil, şanssızlık"...Kasap da sensin, ironik de size girsin be abi. Bu kadar da olmaz ki. Gerçi şaşılacak bişey yok, Diego Buonanotte kaza geçirdiğinde "umarım Clausura'ya yetişir" gibi yorumlar yaptığımızı düşünürsek, Marcin'e söylenenler çok "doğal".
Geçtiğimiz hafta bir röportaj yapılmış kendisiyle, onet.pl adresinde rastladım. Elimden geldiğince bir özetini aktarayım:
-Tedavi süreci nasıl gidiyor? Her şey plana uygun mu?
*Bunu söylemek çok zor. Zaten buradaki her şey çok zor. Ayağım 4 yerinden kırılmıştı, bunu düzelmek için birçok işlem yapıldı. Hala daha ağrım var, ama gitgide düzeliyorum.
-Bunca ağır işleme nasıl dayandın?
*Düzelebilmek için çok sabırlı olmam gerekiyordu. Planlamamız çok iyi işledi, her bölüme, her seansa ayrı ayrı önem verdik.
-Sezon sonuna kadar yetişebilecek misin? Sakatlığının beklenenden hızlı iyileştiğini söylemiştin.
*Doktorum, acelemiz olmadığını, önemli olanın tekrar eski sağlığıma kavuşmam olduğunu söyledi. Bu yüzden bir şey söylemem doğru olmaz.
...
-Peki o sakatlık hakkında ne düşünüyorsun? Axel'in bunu bilerek yaptığını mı düşünüyorsun?
*Bununla ilgili bir şey söylemeyeceğim.
-Tam da formda olduğun ve Premier Lig'den teklifler aldığın zamanda böyle bir şanssızlık yaşadın. O sıralar Stoke City'den teklif aldığın doğru muydu?
*Birtakım görüşmeler olmuştu, ancak o zaman da çok önemli bir teklif yoktu. Sakatlanmasaydım belki de bugün Premier Lig'de oynuyor olabilirdim.
...
PremysŁaw (premüşvav) Michalak'ın Marcin Wasilewski ile yaptığı röportajdan alıntıdır.

Dön sen de Edu gibi Marcin. Oynaman lazım daha.

Empati Yerine Telepati Yapmak


Çok anlamam gazetecilik mesleğinden. Ahkam kesmek niyetinde değilim o yüzden. Ama birkaç şeyden haberim var. Örneğin bildiğim kadarıyla gazetecilik; araştırmacılık, merak, kendini ifade edebilme, doğruları anlatma vs... demek. Yoksa ben de bilirim aha burdan "Rafa Benitez'in alternatifi Yılmaz Vural" diye haber yapmayı.

Kimden ya da hangi haberden bahsettiğim çok mühim değil, zira yapılan olayların birçoğu aynı. Ancak ısrarla aynı tip haberlerin çıkması, art niyetin gitgide artması, boş gündemler falan, leb deyince "lebi!" diye haykırabilen insanımızı yormakta.
Bazı ısrarcı insanlar var, acaip bi haber yapayım, şanım yürüsün mantığı çok zararlı olsa da, ısrarcılar bu konuda.
Birkaç zaman önce şöyle bir haber görmüştüm: Hayrola Maçınız Mı Var? Başlıklı bi'şey. Nedir diye okudum, e başlık ilginç tabi. Devamındaysa şöyle bir diyalog gördüm:

VEDALAŞMADA İLGİNÇ DİALOGLAR
YABANCILAR: Biz tatile çıkıyoruz, sizlere de iyi tatiller diliyoruz
YERLİLER: Ne tatili, Trabzon maçında oynamayacak mısınız?
YABANCILAR: Hayır, oynamayacağız gidiyoruz
YERLİLER: Hayrola milli maçınız mı var, gidiyorsunuz?
YABANCILAR: Hayır milli maç yok, size iyi noeller
YERLİLER: Biz bayram seyran maçlara çıkıyoruz ama...

Zaman noel zamanı. Florya'da kalenin birisinin önünde yabancılar, ötekisinde yerliler, ellerinde sazla atışıyorlar...Diye düşünüyor insan. Topluca konuşmalar falan olunca, herhalde önceden hazırladılar, ezberleyip temsil yapıyorlar zannettim ben de.
E nasıl bu kadar emin olabiliyor bir insan? Nerden duyuldu, nasıl emin olundu da, binlerce kişi bunu okusun dendi? Neyse, devam edelim.
Aynı insan, bugün yine coşunca, ister istemez ben de coştum. Yahu güzel abim, dinleme böceği mi koydun Florya'ya? İnterpol'den misin, CİA'den misin? Aha da o coşuk haber:

KEWELL ÇILDIRDI, YÖNETİM KARIŞTI!
Söyleneni hemen aktarıp asıl olaya geçeyim, Kewell idarecilere "ne bu gönderilme haberleri" diye sormuş. İdareciler de yine bir ağızdan "Biz böyle düşündük" gibisinden bir şeyler demiş. İşte o diyalog! (böyle de nefis geçiş oluyor ama ha)

KEWELL:
Gazetelerde bu yazılanlar ne demek oluyor?
YÖNETİM: Eğer sezon sonu gideceksen, şimdi git...
KEWELL: Düne kadar beni istiyordunuz ama...
YÖNETİM: İki ay yoksun. Senin yerine transfer yapmamız gerek.
KEWELL: Sakatlanınca şimdi böyle mi oldu?
YÖNETİM: Ama sakatlığın uzun sürecek...
KEWELL: O zaman verin tazminatımı gideyim!
Bu konuşmanın son cümlesinden sonra Kewell kapıya döner, yönetici (kim olduğu da belli değil) de "gel buraya, deli çocuk ahahahahah" diyerek kollarını açar ve kavuş...Aaa pardon, bi an dalmışım.
Hayır belki bir duyumun vardır, belki bir yerden haber gelmiştir, ama sanki masanın altından dinlemişsin gibi diyalogu yazmak nedir? Yoksa telepatik güçleriniz mi var bre uçarı gazeteciler?
Az ayaklarınız yere bassın bence. Ha bir de; resimde uçan E.T.'dir. İlişkilendirmeyi size bırakıyorum.

25 Ocak 2010 Pazartesi

KESERİM...YAPARIM BUNU!

Haber çıkmış bugün muhtelif gezetelerde, doğruysa da doğru değilse de; Daddy Cool giderse çocuk yapmam, yaparsam da keserim, yaparım bunu...

Giden Yıldızların Ardından Hep Bunlar Oldu El Sallayan!


Hayır şunu anlarım, dersiniz ki, "kapatıyoruz birader, satalım elimizde ne varsa, gönderin kaptanı da gitsin...oh be, üstümden yük kalktı"...Ha Jean-Michel abim?

Takım lider Bordeaux'nun 11 puan gerisinde, defansı rezalet durumda (21 maçta 27 gol yedi), Şampiyonlar Liginde Real Madrid ile eşleşti, oyun kötü, transferler istendiği gibi değil, şimdi bir de üstüne Monako'da 2-1'le Fransa Kupası'nı bıraktı bu takım...
Alain Perrin gittiğinde bir tuhaflık olacağı belliydi zaten. Ardından Juninho "abanmiycam korkma" Pernambuchano ve Benzema gittiler sezon başında. Belki Benzema'nın gidişi çok olasıydı, her ne kadar erken olsa da, kulübün kasası iyi beslendi. Ama ya büyük kaptan?
Orta Fransa dolaylarından "Lyon denince akla, tamam şimdi buldum, hemen onun adı gelir:JUNİNHO JUNİNHO JUNİNHO" adlı türküde de adı geçtiği üzere, Juninho, Lyon'un kaptanı, maestrosu, frikikçisi, kornercisi, abisi vb... zibilyon özellikteki adamıydı. Belki yaşı geldi, belki 90 dakika çıkaramaz oldu ama, Juninho gitmemeliydi.
Ha bi o muydu diye soracak olursanız, hayır tabii ki. Ama gelenler gideni öyle bir arattı ki, sormayın gitsin. Sen hem Juninho'nun yerini Michel Bastos'la doldurmaya çalış, hem Kallström'ü adam gibi kullanama, e noldu? Lyon'un orta sahası çöküverdi.
Benzema gitti, yerine geldi Lisandro ve Gomis. Solda Delgado, Sağda Govou ve ortada Benzema'lı sistem, aslında Lyon'un yıllardır oynadığı sistemdi. Belki adamlar değişti, ama o 7 senelik şampiyonluk dönemi, şampiyonlar ligindeki enfes form, hep aynı sistemle geldi. Evet, geçiş dönemleri, sistem değişikliği araları sancılı olur, doğaldır, ama yapılan her hamle yanlış ise, hata baştadır.
Bir anda, ortasahası daha güçsüz, daha kontratak oynayan, "Gomis indirsin, Lisandro atsın" anlayışına dayalı, o eski "topu kontrol manyağı yapan Lyon"dan farklı olarak, kazanma ve gol sıkıntısı çeken bir takım çıktı ortaya.
Yavaş yavaş bir "transfer dönemindeki Bayern München" durumu izlemeye başladık Lyon'da. Kim parlamış bu sene ligde, çaat, say parayı al. Örnek? Ederson, Michel Bastos, Jean "2" Makoun, Bafetimbi Gomis (ki kendisi yüzyılın balonudur bence)...Daha uzar gider bu liste. Bu sene transferde yaptıkları tek iyi iş Aly Cissokho idi bence. Diş testinden???!!! geçemedikten sonra Milan'ın kapısından dönen güzel kardeşimiz, Grosso'dan sonra sol tarafı iyi toparladı. Ha bir de Lisandro tabii. Fransa ligine iyi alıştı sanki. Çok atmasa da kötü değil formu, zira Benzema'dan sonra kimi olsa beğenmeyecekti ya Lyon taraftarı, hadi neyse...
E bir de o müthiş altyapı var tabii ki. Yıllarca Ajaxvari çalışan o koca altyapı hafiften bir durdu gibi bu aralar.(Yannis Tafer ve Miralem Pjanic'i başka bir yere koyuyorum kızmayın hemen)
Peki Claude Puel? Şampiyonluk mucizeye kaldı, takım bir garip oynamakta, Şampiyonlar ligi belki biraz tolere edebilir bunlar derken...Hafta sonu da Coupe De France gitti Monako'da. Daha ne kadar "Claude iyi çocuktur beyler yeaa" diyeceksin bre Aulas?
Ha şimdi "geçen gün de Ciro Ferrara'nın kellesini istedin, Hıncal mısın kardeşim?" diye sorabilirsiniz. Ama durum ortada bence.
Belki de gerçekten başka planları vardır Aulas'nın, bıkmıştır, sıkılmıştır, dükkanı kapatacaktır... Yalnız eğer böyle düşünmüyorsan sana diyeyim abicim, Real senin o defansını, o kalecini evire çevire döver. Haberin Aulas...
Ara transferde gelen Lovren'den bahsedelim biraz. Dinamo Zagreb'e 8 Milyon Euro verilerek alındı. Defansif anlamda çok yönlü deniyor, 2 kez milli formayı giydi, bence Saba Tümer'den ne zaman milli oldun sorusuna cevap vermek isteyebilir. Bu sene 14, toplamda 65 kez Hırvat liginde oynamış, 2 gol 2 asistlik bir performansa ulaşmış. Bakalım, göreceğiz. (ama bişey diyeyim mi, bu adamla Cristiano Ronaldo'yu mu durduracaksınız?). İlk maçının 2-1'lik Monaco maçı olması da şanssızlık ayrıca.
Ya Aulas'ın içine Yıldırım Demirören kaçtı, ya da Lyon Puel'den bir Wenger, takımdan da bir Arsenal yaratma peşinde. Dur bakalım neler göreceğiz...Ama bir şeyden eminim ki, olaylar böyle devam ederse, Lyon'suz bir Şampiyonlar ligi görebiliriz seneye...Ki bu gerçekten çok garip hissettirir bana.

Galatasaray


Ne yazık ki kar hala kesintisiz devam ediyor benim oturduğum bu dağda ve 1 gündür televizyonumuzda yayın yok..Heyecanla beklediğim Galatasaray maçını da izleyemedim bu yüzden. Ama maçın genel görüntüsü, zaten karlı ve zor bir zeminde oynandığı için çok süper şeyler beklenmiyordu. Ama eminim ki mücadele en üst düzeye çıkmıştır. Ve Mustafa Sarp ın attığı golle de 1-0 maçı aldı Aslanlar. Jo ve Neill bu maçta ilk kez Asla formasını giydiler ve normal bir futbolla geceyi kapattılar. Neill i fazla tanımam ama Jo dan çok güzel şeyler bekliyorum. Bir de Giovanni dos Santos u da Galatasaray kapmak üzere. Ama bunun için 1 tane yabancı oyuncunun gitmesi gerek. Eğer bu gidecek olan yabancı oyuncu, Nonda gibi kendini forvet sanan birisinin yerine( dikkat edin futbolcu da demiyorum) Kewell giderse çok fena kızarım o yönetime. Tamam kardeşim adam sakatlandı ama yani tribünde otursa bile Nonda'dan daha fazla iş yapar yaa..Umarım böyle bir şey başımıza gelmez..Gerekirse kampanya başlatırım Kewell için..O adam gerçek bir futbolcu çünkü..Bu akşama kadar netleşir her şey diye düşünüyorum..Umarım Giovanni'nin gelişini buruk bir sevinçle kutlamayız..

24 Ocak 2010 Pazar

Karlı günlerle devam..

Günaydın sevgili futbolseverler =)

Kar yağışı aynı yoğunluğuyla devam ediyor ve bu yüzden dünkü Beşiktaş-İstanbul BŞB maçını izleyemedik. Bu akşam oynanması beklenen Galatasaray-Gaziantepspor maçı da tehlikede. Maçın ertelenmesi Galatasarayın lehine olur; çünkü Kewell, Sabri, Gökhan Zan ve Afrika Uluslar Kupasında olan Keita kadroda yok. Galatasaray son 5 maçtır Antep temsilcisine yenilmiyormuş. Ama genelde zevkli ve gollü mücadele izliyoruz bu iki takım arasındaki maçlarda. Ama Keita ve Kewell ın olmaması biraz daha az oyunu durgunlaştıracak gibi. Yeni transferler Jo ve Neill de bu maçta oynamayacaklar. Reykard hazır olmadığını söyledi geçen günkü röportajımda. Maç saatini bekleyelim bence ve görelim bakalım.
Dünkü Manchester-Hull City maçıında Rooney kendinden geçti ve 4 tane golü aynı maçta attı. 4.golden sonra hakem santra yaptırmadan,topu eline alıp " maç burda biter arkadaşlar" dediği söyleniyor.
Bugün saat 15.30da Tuncay'ın takımı Stoke City - Arsenal maçı var.FA Cup ta hedefe ulaşmak için zorlu ama zevkli bir mücadele olacak ama Arsenal'in işi zor. Çünkü ben Tuncay'dan bir şeyler bekliyorum haberiniz olsun.
Ayrıca Ruud da Hamburg'la anlaşmış..Hayırlısı olsun..

23 Ocak 2010 Cumartesi

Ferrera'nın B Planı Yok!


Şimdi, insan ilk yazısında haklı çıkınca, lüzumsuz bir gaz kaplıyor içini. Rezeneyle geçecek gibi değil hani. Çok değil, sezon başında yeni bir başlangıç yaptı Ciro Ferrara...Belki de bugün bitecek onun dönemi, bilemeyiz. Gel gör ki, toparlanmaya yüz tutmuş bir Juventus'u Ranieri'nin elinden alan Blanc haksız çıktı işte. Asıl söylenmesi gereken bu.

Laurent Blanc havası yakalamaya çalıştı hem Jean-Claude Blanc, hem de Ferrara. Siz de görmüşsünüzdür, dağınık saçlar, gözlük ve atkı kombinasyonu kariyerini benzetemedi Blanc'a maalesef...
İngiliz spiker abimiz şöyle dedi kendisi için "even rocky can't stand up after those punches. board is going to show him the door."(raki bile bu kadar darbeden sonra ayakta kalamaz, şutlanması yakındır)
Dedik ya, b planı yok, belki de bir dükkan açıp kitap satar. Tam sahaf tipi var abimizde...
That was a good life Ciro!

Barça yine atıyor gollerini..!!


Bu geceki maçı izlemeyi çok isterdim ama malum şuanki hava şartları ve özellikle de yaşadığım bölgedeki yoğun kar yağışı nedeniyle bu maçı izleyemedim. Evet bunu yaptım, utanmadan da söylüyorum; çünkü o yokuştan kaymak bana maçtan daha çok cazip geldi ve bir seferlik barcelonaya ihanet ettim.. Ama bence değdi..=)

Biraz da skora göre yorum yapıyım..21. ve 22. dakikalarda art arda gelen gollerle Barca öne geçti. Golleri Xavi ve D.Alves attı. Tahminimce Xavi yine bildiğimiz o şık hareketlerini yaparak sonucu golle bitirdi ve Daniel Alves ise sağ taraftan güzel bir füzeyle ağları havalandırdı. 56. dakikada ise yıldızımız,gözbebeğimiz Messi Barca nın 3. golünü kaydetti. Bu gol hakkında yorum yapmayacağım çünkü Messi'nin ne yapacağı belli olmuyor. =) Gollü ve zevkli bir mücadele olduğunu düşünüyorum ama yazı resmi için İbo'ya nispet edercesine onun fotoğrafını seçtim..Hani daha iyi oynayıp gol atıcaktın İbo?? Öyle göğüse almakla olmuyor bu işler..(en sevdiğim futbolcudur kendisi,ondandır böyle sataşmalarım.)

Van Gaal'in Karizması


Helal olsun ne diyeyim...Sen git liderin neredeyse 10 puan arkasına düş, Toni'den cacık olmaz de onu küstür, Klose hiç ortalarda gözükmesin, Ribery desen ayrı bi' dünyaya yelken açsın, şampiyonlar liginde rezil ol, koskoca alman panzerinin solunu Max Strüber'lere Badstuber'lere emanet et...Sonra? Sonra git Delle Alpi'de ortalığı dağıt, ligde 19 maçta toplamda 39'a ulaş, en son Werder Bremen'i deplasmanda yık, maç fazlasıyla lider ol...

HOCAM; BÜYÜKSÜN!
Kendisi bugün 3. golden sonra yine ufak çapta bir uçuş yapmıştır. Yine de bay karizmadır...

Juventus-Roma

Serie A'nın kabul haftası desek yeridir. "Ha siz şimdi kabul haftası mı var, kabul gününü devşirme" diyebilirsiniz, kabul ederim. Ancak, bu kadar şık derbilerin olması, bu derbilerin puan durumu konusunda nükleer önem taşıması gibi durumlar, hafta sonunu nefis bir hale getiriyor, orası kesin.

Aslında haftanın maçı, şüphesiz İnter-Milan maçı, ancak gelin görün ki, birçok kişi Juventus-Roma maçına daha dikkatli gözlerle bakacak. Birçok nedeni var tabii ki bunun. 1. neden Bay Ferrara...
"Büyük kaptaan oleey" tezahüratlarıyla göreve geldiğinde, hatta nefis transferler sonrası sezona iyi başladığında, kimse durumun bir kabusa dönüşebileceğini hesaplamamıştı. Ama oldu. Ciro Ferrara, "eski kaptanı gepisgenç haliyle takımın başına getirmek" modasına uyan başkan Jean-Claude Blanc'ın ona olan güvenini suistimal etmeye başladı. Bre kardeşim, hadi kulübe acımıyorsun, o dağ başındaki stada, seni desteklemeyen gelen adamlara da mı acımadın hiç? Biraz yüzsüzlüğe vurduğu kesin. Çok ağır oldu gibi oldu, farkındayım, ancak şu durumda, Del Piero'ya Anorthosis'in Temur Kestbaia'ya verdiği görev olan "Teknik Direktör-Futbolcu" görevini verseler, hakikaten daha hayırlı olabilir her şey. Mağlubiyetler sorun değil de, oyun çok fena (sıcaklık-nem dengesi).
Ciro Ferrara'yı bir kenara bırakırsak dahi Juventus'un elle tutulacak hiçbir yanı kalmadı gerçekten. Gezginimiz Grosso, Maldini'ye özenen Cannavaro, sakatlıklardan bir türlü kurtulamayan Poulsen ve Trezeguet (ben artık ciddi ciddi bir kulüp doktorluğu mafyası olduğunu düşünmekteyim...bkz: Juve, Galatasaray), bir türlü istenen forma ulaşamayan Diego, yeni Del Piero denen ama bir türlü çubuklu formayı sırtına adam gibi geçiremeyen bıdık Giovinco...Nerden baksan elinde kalıyor Juventus. Sanki burda da Roma'nın elinden kurtulamayacak gibi.
Kilit adam falan yok sana Juve, ya herro ya merro!
Juve'yi ters çevirin...Ne çıktı? Roma. Evet, hakikaten böyle. Sezon başı korkunç başlayan, ardından nefis bir teknik direktör değişikliği ile Claudio Ranieri'yi başa getiren bir Roma var karşımızda.
Claudio Ranieri geldikten sonra biraz değişik bir tabirle "çıldıran" Roma, inanılmaz bir form tutturdu. Bu formu Totti sakat iken yakaladı diye düşünürsek, Totti'nin hazır olmasıyla Roma'nın nerelere çıkarbileceğini düşünmek, taraftarlarını heyecanlandırıyor şüphesiz. Şampiyonluk zamanlarındaki takıma benzer bir takım kuruldu sanki Roma'da. Bilmem bana katılır mısınız? Sanki öldürücü üçlü Totti-Montella-Delvecchio üçlüsü Totti-Vucinic-Toni üçlüsüyle yakalanacak gibi tekrar.
Toni'nin erken ısınması, Vucinic'in form tutması ve Ranieri'nin takımını kurmasıyla birlikte, Roma daha daha çıkışa, ve hatta uçuşa geçecek gibi duruyor gözüme.
Roma'da Totti'nin sahada olması bekleniyor, dolayısıyla az önce bahsettiğimiz üçlü ilk kez sahne alacak gibi. Çözüm belli, Totti ara pası atar, Vucinic ortalar Toni atar gibi duruyor. Göreceğiz bakalım.
Ciro bey maçtan önce "valla kulübüm bana güveniyor, bu skorlar hep basının uydurması" diye saçmalasa da, buradan çıkaracakları bir beraberlik bile, şutlanmasını sağlayabilir.
Ranieri ise " Bi arkadaş bu maça üst oynamış, kazanırsa yarısını bana vericek, bol gollü bir galibiyet bekliyorum" şeklinde konuşmuş durumda. Ne diyelim, göreceğiz bakalım.

Önemli Notlar;
  • Totti kadroda.(daha önemli ne olsun di mi ama?)
  • Roma'da önemli eksik yok.
  • Roma son 10 maçında 7 galibiyet, 3 beraberlik aldı.
  • Takım dehşet biçimde formda.
  • Juve'de İaquinta, Cacares, Trezeguet, Giovinco, Poulsen, Marrone ve Grygera sakat.
  • Son 12 maçında 6 galibiyet 6 mağlubiyetleri var.
  • Son 5 maçta 3 puan toplayabildiler.
  • İki takım arasındaki son 4 maçta Roma'nın galibiyeti yok.
  • Roma Juve'yi son 12 maçta 1 kez yenebildi.
Juventus adına her şey rezalet ve Roma adına her şey bu kadar mükemmelken, sizce sürpriz olabilir mi?

EK:MAÇTA JUVENTUS TARAFTARININ BAŞINA TAŞ YAĞABİLİR, KÜME DÜŞTÜKTEN SONRAKİ EN KÖTÜ GÜNLERİNİ YAŞAYAN KULÜBÜN TARAFTARLARI LÜTFEN TEDBİRLİ GİTSİNLER STADA

La Liga

Blog hayatımdaki ilk yazıma, bence dünyanın en eğlenceli ve kaliteli ligi olan İspanya Ligi(La Liga)'ne küçük bir inceleme yaparak başlayacağım için çok mutluyum. Ne kadar yazının başlangıcı edebiyat gibi de olsa bunu ilk yazının heyecanına verin. Ama artık "joga bonito" demenin zamanı..!

İspanya Ligi'nde 1-2 haftadır sürekli takip ettiğim bir futbolcu vardı. Real Madrid'de aradığını bulamamıştı ve başka takımlara gitmesi gündemdeydi. Asıl beni ilgilendiren kısım ise bu ismin Galatasaray'a gelebilecek olmasıydı. Sevgili yazarımız szanoanla da günlerce sabahlara kadar transfer haberini bekleyip durduk ama bu transfer gerçekleşmedi. Ve öğrendim ki bence İbo'dan sonra en iyi forvet olan Ruud Van Nistelrooy, HSV Hamburg yollarındaymış. Son zamanlardaki en üzücü futbol haberi benim için.Kendisine başarılar diliyorum..
Şimdi de bu haftaki maçlara dönecek olursak, bu akşamki en önemli karşılaşma,saat 21.00 da başlayacak olan Valladolid-Barcelona. Yine keyifli ve bol gollü bir maç olacak ümidiyle maç saatini bekliyorum. Barcelona'nın golcü, kareteci forveti İbrahimovic, bu hafta verdiği röportajda ex-takımını özlediğini ama şuan Barcelona'da çok mutlu olduğunu söyledi. Aynı zamanda daha iyi olması gerektiğinin farkındaymış. Bu da futbolseverler için iyi bir haber.Yakında daha şık goller izleyeceğiz sevgili İbo'dan..

İnter-Milan? (hızlı okuyunca soru gibi olan başlık)

İnsan blogu açtığında ertesi gün İnter-Milan maçı varsa, başka bir şey yazmamalı bence. Gerçi bir yandan da şık oldu, konu direk karşımda işte.

Ne yazsam ne yazsam diye düşünedurayım, dün heyecanla aldığım cipsin biranın yareni bana göz kırpmakta. E mecbur artık, ilk yazım olacaksın bre!
Maçların tarihine falan girmenin alemi yok, bu maçın önemi aşikar. İhtiyar heyetimiz Milan, artık toparlandı şüphesiz. Bundaki en büyük etken, tabii ki Borriello'nun nefis formu ve yine tabii ki Roni'nin geri dönüşü.
Adam Barça yıllarına döndü be! Peheey...Tepki biraz büyükçe oldu, farkındayım da, bilmiyorum Siena maçını izlediniz mi? 3. goldeki füze çok şeye gebe, haberiniz ola.
Borriello'ya da ayrı bir paragraf ayırmak lazım bence. Adam gitti geldi, arada gol kralı falan oldu, yine ilk 11'e girmeyi başardı hani. Kolay değil Huntelaar'ı takımdan kesmek, Hem de Klaas bey Catania deplasmanında 89-90'da iki tane sallayarak (sallama çok ayıp oldu ama nefis gollerdi be) galibiyeti getirdikten sonra...Zor iş.
Burada bir durup, hepimizin yakışıklısı David Beckham'a da bir göz atmak lazım. Bre adam, bi yaşlan, bi yavşa da "para bok oğlum ne koşucam lan" diye tepkini koy. Git bi iki Hollywood filminde oyna. Yok ama, "ben frikik atayım, it gibi koşayım, hala daha "sırf adı var" desinler, daha da bi hırslanayım" düşüncesinde. Helal be abi, ne diyeyim...
Neyse, Milan'da olay, Roni ve Borriello'nu, en büyük bela Pato yokken, işleri tıkırında götürmesinde gibi.
İnter'de ise Mourinho balı devam etmekte. Kör topal bi' şekilde, son dakika golleri falan, gidiyor yine İnter. Ne yalan söyleyeyim, 2-1'lik Juve maçından beri bir tuhaf İnter. Hele o Massimo Maccarone'ye yazık olan 4-3'lük Siena maçı yok mu...Piuu. Walter Samuel'in 90'daki golünden sonra "haaayyyıııır" diye bağırasım gelmişti odada...Da bağırmadım tabi. E sonra bir de Bari maçında saçmasapan bir 2-0'dan 2-2 hikayesi falan. Bence buraya kadar. Ailemizin delisi, sevimli psikopatımız Balotelli bey çılgın atmazsa, İnter için zor maç olacağa benziyor. Tabi yine Mourinho balını da es geçmemek lazım.İnter için kilit adam, bana göre Balotelli.

Her ne kadar Leonardo yaptığı açıklamalarda "camia olarak hedefe kitlendik, burası İntere mezar ola...haftaya bizim maç var lan burda, ağır konuşmayım" dese de, son zamanlarda takımı toparlasa da, İnter maçında alacağı bir mağlubiyetle "yeteeer leonardoo" sesleri yükselebilir.

Mourinho ise daha rahat. En kötü ihtimalle 3 puana inecek fark. Biraz daha tolere edilebilir yenilgi onun açısından.
Ayrıca Jose efendi, "oğlum şimdi Giuseppe Meazza'da mı oynuyoruuz yoksa San Siro'da mı, onlar da burayı kullanıyo, e niye bizi yazıyolar kendi sahamızda" diye sorarak hala daha olayı anlamadığını belirtmeye çalıştı maç öncesinde.

Önemli notlar:
  • İnter'de Chivu, Muntari, Motta ve "the 35 yarder" stankovic'in sakatlıkları sürmekte. Ki ortasahanın bu adamlar olmadan "ne kadar" idare edebildiğini be gördük. Anın oğlu (an insanı, anı yaşayan) Esteban ne derece idare edecek göreceğiz. Beşiktaş'ın Ernst'i gibi maç sonunda 2 kilo vermiş olabilir yarın akşam. Ayrıca Eto'o'nun da Angola'da olduğunu, söylemekte fayda var.
  • Milan'da Pato yok.
  • Milan son 3 maçını kazanırken, İnter son 5 maçında yenilmedi.
  • İki takımın son 4 maçında İnter kazandı.

Eveet efenim, tüm bu bilgiler ışığında bir yorum yapmak gerekirse; DERBY DELLA MADONNİNA'da hiçbir şey belli olmaz, öyle atmosferde ben oynasam fark etmez...Kimin kazanacağı? O hiç belli olmaz...Yarın saat 21.45'te ekranın karşısında olacağız.

Merhaba

Dedik ki, futbol için bir sürü blog var, kim niye okusun bizi...Değil mi ama?

Kim niye okusun...Üzerinde biraz düşününce, saçma geldi sonradan. Zira bizim de söyleyeceklerimiz var, okunası olsun ya da olmasın.
Maksat, çocuklar eğlensin, eğlenirken öğrensin değil tabi. Maksat, ortak aşk futbolu, futbola olan aşkımızı bi' yerlere kazımak.
Bu blogda biraz haber, biraz geyik, biraz fikir bulacaksınız...Ve tabii ki daha çok futbolu. "E bunları her blogda buluyoruz zaten" dediğinizi duyar gibiyiz. Dedik ya, ortak aşk futbol, başka ne olabilir ki?
...Top oyunda kalsın, futbol hiç kesilmesin...